Kapitalizmin alternatifi adalet ve kanaattır
Bilim ve Sanat Vakfı kurucularından, İstanbul Şehir Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi İşletme bölümü öğretim üyesi Dr. Mustafa Özel’le iktisat/siyaset/edebiyat bağlamında, kanaat ekonomisi üzerine bir söyleşi yaptık. Kanaat ekonomisi kavramını Don Kişot’ça bir ifade olarak değerlendiren Özel, kapitalizmin sınırlarını zorladığını, artık iyi sistemlere kafa yormanın vaktinin geldiğini söylüyor.
Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan geçenlerde işadamlarına hitap ederken, “Kanaati hep işçiden beklemeyin, işveren olarak siz de kanaat ekonomisini öğrenin” dedi. Mustafa Kutlu da birkaç yıl önce yazdığı bir romanda “kanaat ekonomistlerine” görevler yükledi. Siz siyasete de, edebiyata da duyarlı bir iktisatçısınız. Bunlar anlamlı ifadeler mi?
Kanaat ekonomisi Don Kişot’ça bir ifadedir. Hemen tedirgin oldunuz, değil mi? Benim her iki isme de sempatimi bilmeseniz kalkıp giderdiniz belki. Ah Mançalı asil şövalye, daha çilen dolmamış!
Don Kişot son dört asrın en sempatik adalet nöbetçisidir. Dünya edebiyatının en ciddi ve en mahzun kahramanı. İlkeli yaşamak, daha doğrusu Kitaba göre yaşamak istiyor. Yoz bir çağın suratına hakikatı haykırıyor. Komik gözükmesi bu yüzden!
Bence Sayın Erdoğan’ın kanaat ekonomisinden söz etmesi One Minute olayından çok daha önemlidir. Bir Türk devlet adamının İsrailli bir devlet adamına “Durun bakalım Beyefendi, ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu?” demesinin bu denli konuşulması, o vakte kadar Türkiye’nin ve İslam dünyasının özgüvenden ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. İş adamlarını kanaat ekonomisine davet etmesi ise bugün pek kimsenin umurunda gözükmüyor. Anlaşılmadı mı, inandırıcı mı bulunmadı, belli değil.
Bence bu kelimeyi işitecek kulak yok artık. Tabii, kurduğu siyasi partinin adında adalet ile kalkınma’yı yan yana getiren bir siyaset adamının kanaatten tam ne anladığı da pek açık değil. Bu iki kavram modern zamanlarda biraz zor yan yana gelir!
FİNANS KURUMUNDAN PARAYI ALAN ORTADAN KAYBOLDU!
Bu noktada dilerseniz siyasetçiden edebiyatçıya geçelim. Biliyorsunuz, Mustafa Kutlu da Huzursuz Bacak adlı romanında kahramanına bir Kanaat Ekonomisi kitabı yazdırtıyordu. Siz bu romanın yazılış sürecine tanıklık etmiş bir iktisatçısınız. Anlayış dergisinde (Aralık 2008) Kutlu’nun size “Bitirmek üzere olduğum uzun hikâyenin sonunda, sana yüklediğim bir görev bulacaksın” dediğini belirterek, yazınızı şöyle noktalıyordunuz: “Kitabı okuyunca görev tanımım netleşti: Bir ‘kanaat ekonomisti’ olacaktım!”
Sorumuz basit: Kanaat ekonomisti ne demek? Olabildiniz mi?
Siz bana kanaat toplumunu gösterin, ben de size kanaat ekonomistini! Tam 30 yıl önce, çiçeği burnunda Boğaziçi mezunu iki iktisatçı idik. (Rahmetli) Adnan Büyükdeniz TÜSİAD araştırma müdürü, ben de TURKTRADE araştırma müdürü idim. (TURKTRADE, TÜSİAD’ın dış ticaret kolu gibi bir şeydi.) İkimizin de dünya görüşünü, namaz niyazını bildikleri halde, Adnan’ın tabiriyle “marginal productivity”miz çok yüksek olduğundan, bu görevlere getirilmiştik.
Derken “özel finans kurumları” adı altında, Türkiye’de faizsiz İslam bankacılığı uygulaması başlatıldı. Adnan Albaraka grubuna geçti, ben Faisal grubunun dış ticaret şirketine. Kendimizi kapitalist sistemin çarklarından kurtarıp, birer kanaat ekonomisti olabilmek için nihayet fırsat doğmuştu. “Sevincimizi bulmuştuk!”
Derken “zalim gerçekler” sevincimizi gölgelemeye başladı. İslami bankalarımızın topladığı fonların ancak yüzde 10 kadarı kâr/zarar ortaklığına, yani hakiki İslam bankacılığına tahsis edilebildi. Geriye kalan yüzde 90 murabaha adı verilen ve dinen caiz görülse bile faiz izlenimi veren “vadeli satış” işlemlerine ayrıldı. Mantık şuydu: Kâr/zarar ortaklığının uygulanabilmesi için, fonları kullandıracağımız insanların “ehil ve emin” olmaları gerekir. Ehil yahut işbilir değilseler, halktan topladığımız fonları çarçur ederler. Emin değil iseler, kazançlarını gizlerler.
Peki bu anka kuşları kolay bulunabildi mi? Memlekette ne kadar ehil ve emin müteşebbis vardı ki?
Beklenti şuydu: Şimdilik bu insanların oranı diyelim yüzde 10 ise, on yıl sonra 20, yirmi yıl sonra 30, 30 yıl sonra yüzde 40 filan olur. Yani biz İslami ilkelere uygun finans modelinde ısrarlı olursak, zamanla murabaha oranı aşağı iner; buna karşılık muşaraka (kâr/zarar ortaklığı) oranı yükselir; ve bunlar zamanla eşitlenir. Zalim gerçek dediğim şu: Otuz yıl sonra, kâr/zarar ortaklığı oranı yüzde bire gerilerken, murabaha oranı yüzde 99’a yükseldi. Kurumdan parayı alanlar ya bir daha hiç gözükmediler ya da her nedense hep zarar ettiler!
Yani?
Yani şu: İslami bankası var diye bir fert veya toplum kanaatkâr yahut müslim olmuyor. Kanaatkâr olmaya niyetli ise, bazı kurumlar onun için hayatı kolaylaştırabiliyor. Biz bu bağlamda ne halde isek, finans sistemimiz de tam bize göredir, demek istiyorum.
KITLIK YOKLUKLA DEĞİL VARLIKLA İLGİLİ
Bir yazınızda iktisatın bir kıtlık (nedret, scarcity) bilimi olduğunu, dolayısıyla Cennetten başlatılması gerektiğini söylüyordunuz. Kıtlığın kaynağının da kanaatsizlik olduğunu ima ediyordunuz.
Kıt’lık yoklukla değil varlıkla ilintilidir. Cennette herşey boldu, kıt olan bir tek ağaçtı; Şeytan onu allayıp pulladı. İster mümin olarak “gerçek” sayın, ister simgesel addedin, Cennetteki iki insan prototipinin aldatılması insanoğlunun varlık içinde nasıl yokluk çekebileceğinin göstergesidir. (İblis, reklamcılarla pazarlamacıların piri oluyor böylece -J )
Modern, kapitalist dünyada kıt olan mal değil paradır. Daha doğrusu kredi. Her faaliyet genel bir borçluluk çerçevesinde yürütülüyor. Başta üretim olmak üzere bütün gerçek faaliyetler yani reel ekonomi, kreditörlere hizmet için yürütülen bir dizi çabadan ibarettir. Böyle bir ortamda kanaat kavramının içeriği buharlaşıyor.
Adalet ve kanaat gibi temel kavramlara sarılmanın vakti gelmiş bulunuyor. Eğer kapitalizmin ebedi olduğuna inansaydım, “Bunlar boş hayaller, gerçekçi olun” derdim. Sistemin kendi var olma sınırlarını zorlamakta olduğunun birçok işaretleri ortaya çıktığından, artık müstakbel iyi sistemlere kafa yormanın vaktidir.
ADALET VE KANAATE SARILMA ZAMANI
Başa dönelim öyleyse. Sayın Erdoğan ile Kutlu’nun kanaat ekonomisi, gerçekliği olmayan bir kavram mıdır yani? Bu hülyadan vaz mı geçelim?
Tam aksine, adalet ve kanaat gibi temel kavramlara sarılmanın vakti gelmiş bulunuyor. Eğer kapitalizmin ebedi olduğuna inansaydım, “Bunlar boş hayaller, gerçekçi olun” derdim. Sistemin kendi varolma sınırlarını zorlamakta olduğunun birçok işaretleri ortaya çıktığından, artık müstakbel iyi sistemlere kafa yormanın vaktidir. Kapitalizm simgesel olanın (para, kredi ve bunların türevleri) gerçek olanı (üretim, ticaret, vb) peşinden sürüklediği bir sosyo-ekonomik sistem. Onun için gelecek nesillere, gerçekçi olun, bu hayalleri hayatınızdan çıkarın diyorum.
Gerçekçiliği iki zıt anlamda kullanıyorsunuz galiba.
Bugünün realistleri için gerçekçilik, mevcut hayal sistemine sahip çıkmak; alternatifleri ise hayalcilikle damgalamaktır. Oysa sistem serapa hayalden ibarettir.
BİZİ ÇAĞDAŞ DON KİŞOTİZM KURTARACAK
Bu durumda, Kutlu’nun görevlendirdiği bir kanaat ekonomisti olarak, kapitalizme karşı İslam ekonomisini mi öneriyorsunuz?
Hiçbir din otomatik bir ekonomik çözüm sunmaz. İslam, insanlığın refah yahut kalkınma meselelerini çözecek bir program değildir. Din, Cenneti şimdi ve burada gerçekleştirme projesi hiç değildir. İnancı ne olursa olsun, adalet ve kanaat gibi temel kavramları ciddiye alacak bütün insanlarla ortak yürüme imkanlarına kafa yormalıyız. Buna şimdilik dilerseniz çağdaş Don Kişotizm diyebilirsiniz.
KALKINMA MODERN DÜNYANIN EN DOKUNULMAZ PUTUDUR!
Meseleyi Türkiye’den dünya çerçevesine çıkarırsak, küresel sistem içinde kanaatkâr olmak mümkün mü? Biraz hayal kırıklığı yaşamış bir kanaat ekonomisti olarak ne düşünüyorsunuz?
Mümkün belki, fakat arzuya şayan değil galiba! Haydi beraberce İslam Ansiklopedisi’ni açıp KANAAT maddesini okuyalım. İlk cümle şu: Sözlükte “payına razı olma” manasında masdar olan kanaat, terim olarak “kişinin azla yetinip elindekine razı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgari ölçüde karşılayabileceği maddi imkânlarla yetinip başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulması” şeklinde açıklanmakta; hırs, tamah, şereh (hazlara düşkünlük) ve tûl-i emel gibi kavramlarla ifade edilen mal ve dünya tutkusunun kalpten silinmesiyle kazanılan ahlâkî bir erdem olarak değerlendirilmektedir.
Siz Emeti Hanım, azla yetinip elinizdekine fit olmaya razı mısınız? Ben razı mıyım? Ahmet Davutoğlu kırk yıllık dostumdur, mü’min ve müslim bir insan olduğuna gözüm kapalı tanıklık ederim. Şimdi Başbakan sıfatıyla karşımıza çıkıp, bir anlamda “sorumluluğu altında bulunan” bizlere 2016 yılında ekonomik büyüme beklemememizi; elimizde bulunanla yetinip payımıza razı olmamızı, başka ulusların elindeki şeylere göz dikmememizi söylese, kendisine bir daha oy verir miyiz? İkimiz versek bile, kaç mü’min/müslim bizi takip eder? Ekonomik büyüme ve onun sistemleştirilmesi anlamında kalkınma, modern dünyanın en dokunulmaz putudur! Adalet ile kalkınmanın bir araya gelmesi artık çok zor derken buna işaret etmiştim.
Şu sıralarda Batı dünyasında DEGROWTH diye bir moda var; bazı düşünürler artık ekonomilerin sistemli biçimde küçültülmesinin kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar.
Bunlar genelde “güçsüzlere doğruları anlatan” modern zaman havarileridir. Romantizmleri dünyanın efendileri için kulak tırmalayıcı, köleleri içinse kısırlaştırıcı, takatten düşürücüdür. Küçülmek istemeyen namert olsun; ama önce en büyük ekonomilerden başlamak gerekmiyor mu? ABD tek başına Güney Amerika ile Afrika’nın toplamından daha fazla ekonomik değer üretiyor. Havariler önce Amerikalıları, Alman ve Japonları ikna etsinler. Çince konuşabileceklerine ise hiç ihtimal vermiyorum!
Hiçbir umut görmüyor musunuz?
Umutsuzluk haramdır. İnsanların geliştirdiği bütün toplum sistemleri “tarihsel”dir; yani ortaya çıkar, büyür, gelişir ve sonra yok olurlar. “Düşmez kalkmaz bir Allah!” Kapitalizm, kanaatkârlığa dayalı geleneksel geçim ekonomilerini tarihe gömdü. Kapitalizmin erken dönem kuramcıları sayabileceğimiz Merkantilistler, tüccara ve devlete tam da “başka ulusların elindeki şeylere göz dikin, savaşla/korsanlıkla alamadığınızı ticaret yoluyla koparıp alın!” diyorlardı. Binlerce yıldır bildiğimiz haliyle dünyada “üretim” insanların “gerçek” ihtiyaçları için yapılıyordu. İnsanoğlunun yeme/içme, giyinme, barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelikti ekonomik faaliyet. Sadece para kazanmaya odaklı faaliyet yok değildi tabii, fakat hem ayıplanıyor, hem sınırlanıyordu.
DÜNYA KUMARHANEYE DÖNÜŞTÜ
Nasıl mesela?
Aristo bundan 2400 yıl kadar önce ekonomik faaliyetle krematistik faaliyeti ayırıyordu. Birincisi yukarıda ifade ettiğim ihtiyaç-odaklı faaliyetti; ikincisi ise paradan para kazanma faaliyeti. Bu ikincisi gayrıtabii ve dolayısıyla toplum için tahripkâr sayılıyordu. Max Weber’e göre bütün dünya dinlerinde bu “paradan para kazanma” anlayışı yasaklanmıştır. Ta ki yakın çağlarda Avrupa Hrıstiyan toplumları bu yasağı tedricen ortadan kaldırıncaya kadar. Paradan para kazanmanın asıl iktisadi faaliyet haline gelmesiyle dünya bir kumarhaneye dönüştü.
4 OCAK 2016
https://www.gercekhayat.com.tr/roportaj/kapitalizmin-alternatifi-adalet-ve-kanaattir/