Yeni Şafak röportaj

Kur’an’la düşününce prangalarım çözüldü

Yazar İsmail Kazdal önceden aklına takılan konularla ilgili Kur’an’da çözüm aradığını ancak bütüncül düşünmeye başlayınca bir anda bütün prangalarının çözüldüğünü anlatıyor. Kazdal Kur’an’la düşünmeyi kişiliği haline getirmiş.

Necip Fazıl Büyük Doğu’yu solo olarak çıkarmaya başladığında ‘bana yalnızca bir genç yardım edecek’ demişti. O genç günümüzün gazeteci yazarı İsmail Kazdal’dı. Kendisine emanet edilen Hilal Dergisi’ni, yüzde 80’ini kendi hazırlayarak çıkaran Kazdal, İslam dünyasının önemli düşünürlerinin kitaplarını tercüme ettirerek yeni bir düşünce akımının doğmasını da sağladı. Kendi kurduğu birkaç yayınevi ile yayıncılık da yapan Kazdal, Yeni İstanbul, Yeni İstiklal, Bugün, Zaman, Yeni Devir ve Milli Gazete’de yazdı. İsmail Kazdal’la evinin sırtını yasladığı Aydos Ormanı’nda görüştük.

BİZİM NESLİMİZ FERYAT HALİNDE OKUMUŞTUR

Çocukluğunuzda şans ve şanssızlık bir aradaymış. Fakir bir bahçıvanın oğlu olarak kendinizi nasıl yetiştirebildiniz?

Vahdettin’in köşkünün çiftliğinde büyüdüm. Vahdettin ailesinin ve saray çevresinin son bireyleriyle birlikte yaşadım. Mısır’dan Vahdettin’in eşi kadın efendi geldiği zaman köşk sekiz tane daireye ayrıldı ve sayfiye olarak kiralandı. Sayfiyeye gelenler o zamanın zengin ve etkin insanlarıydı. Ödedikleri kiranın 3 aylığı ile Çengelköy’de bir bina alınabilirdi. Onlarla münasebetimden dolayı görgü öğrendim. Benim üzerimde en etkili olanlar Kongar ailesiydi. Meşhur Emre Kongar’ın ailesi. Çünkü onlar tatile gelmelerine rağmen kütüphane ile gelirdi sayfiyeye.

Kitap okuma sevginizi orada mı keşfettiniz?

Hayır. Ben zaten kitap okuyordum. Haver Laboratuvarları’nın sahibinin oğlu vardı, Mehmet. Bana kitaplar verirdi. Bir de köşkte yaşayan eski bir milis subayı Ziver Bey vardı. O benimle çok ilgilendi. Okuma yazmayı öğrendiğimde bacak kadar çocuktum. Ziver Bey’e ve Vahdettin’in harem ağasına Köroğlu Gazetesi okurdum. Ama en büyük kaynak Kongarların kütüphanesi oldu. Emre Kongar’ın abisi Engin’le akrandık. İlk kez romanlardan başlayarak öbür tarafın eserlerini okudum. Romanlardan Şekspir’e, oradan düşünce adamlarının eserlerine. Engin’le okuduklarımızı, sinemada seyrettiğimiz filmleri tartışırdık. Engin genç yaşında dağcılık yaparken düşüp vefat etti.

Entelektüel bir çocuklukmuş…

Tabii hepsi Allah’ın bir lütfu. Ben altı aylıkken Batum’dan Vahdettin’in köşküne geleceğim de orada böyle şartlar olacak. Büyük bir lütuf. Ben okula Sultanahmet’e gidiyordum. Vapurdan sonra tramvaya binmez yürüyerek gider gelirdim. Böylece hergün 13 kuruş biriktirir hafta sonları o parayla kitap alırdım.

O dönemdekiler kendilerini iyi yetiştirmişler değil mi?

Bizim neslin okuyanları çok okumuştur. Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Erdem Beyazıt bizim nesildir ve benim de dostlarımdır. Feryat halinde okumuşlardır. Çünkü her şey yerle bir, hiçbir itikad yok, inanç yok. El yordamı ile yürüyen bir nesil. Bir gecede hurufatı değişmiş, hukuku değişmiş, kıyafeti değişmiş bir toplum. Böyle bir erezyona uğrayan başka bir topluluk yok yeryüzünde. O bakımdan biz herşeyi yerle bir görünce, herşey olmaya çalıştık, uzmanlaşmadık. Her soruya cevap vermemiz, her yere serilmiş konuyu cevaplamamız gerekiyordu.

Gençliğinizde çevrenizde dini bilgilere ulaşabileceğiniz bir kaynak yoktu. İslamiyet’le yolunuz nasıl kesişti?

Dinle ilgili bir bilgimiz yoktu. Ailemiz dini bilmezdi. Rufai şeyhlerinden biri olan İbrahim Hakkı Yavuztürk benimle meşgul oldu. O zaman 15 yaşlarındaydım. Bizim evin önünden her geçtiğinde kitap görürdü elimde. Bana Ziya Uygur’un İhtilaller İnkılaplar ve Siyonizm kitabını verdi.

Vahdet-i vücud düşüncesindeki panteist tasavvuf anlayışı siyasetle meşgul olmaz. Mistik bir dünya ile uğraşırlar. Orada İslamiyet’ten bahsediyordu. Kitap sayesinde İslamiyet’in bir bölümüyle, tasavvuf, vahdeti vücudla tanıştım. 11 yıl sürdü dostluğumuz. Ama intisap etmedim. Çok iyi bir adamdı, onun vesilesiyle İslamiyet’e ısınmaya başladım.

1961’de tevkif edildiniz. Sebep neydi?

Çengelköy ve Beylerbeyi’nin aydın delikanlıları olarak bir grup oluşturmuştuk. Beylerbeyi Kültür Cemiyeti’ni Ali Topuz’un çevresi elde tutuyordu. Kültür Cemiyeti’ni ellerinden aldık. Onlar da bizi tarikatçılıkla itham ettiler. Ama zaman geçti, iş değişti siyasete döndü, Milli Birlik hükümetini devirme amaçlı bir grup kurmakla suçlandık. Önce emniyette siyasi şubenin tabutluklarında yattım.

İMAM RABBANİ’Yİ NECİP FAZIL’IN İMZASI SANIRDIM

Tabutluk? Küçük olduğu için mi bu ad konmuş?

2 metre boyunda 1,20 eninde. Sadece bir ot yatak var. Mezara benzediği için tabutluk deniyor. Tabutlukta yatarken bana acıyan bir komiser kitap listesi verdi bana. Listede İmam Rabbani’nin Mektubat’ı da vardı. Büyük Doğu’da İmam Rabbani imzası görürdüm ama Necip Fazıl’ın imzalarından biri sanırdım. Meğer böyle bir adam varmış.

Mektubat’ı okudum. Mektubat, Vahdeti vücud dışında, vahdeti şuhut diye bir itikadı savunuyor. Bunu okuyunca bende her şey çarpıcı bir biçimde değişti. İtikatlarım, telakkilerim değişti. Sonra da eylemci bir adam oldum. 17 celseye çıktım. Hırslandım, hırslandıkça ‘benim içeri girmeme sebep olan nedir’ diye siyaset okumaya başladım. İlk kez o zaman 27 Mayıs’ı sorgulamaya başladım.

Hapse girişiniz kafanızdaki İslam anlayışının oturmasına sebep oldu yani?

Evet. Aynen öyle. Rabbim’e ne kadar şükretsem az. Böyle şartlar doğuruyor. Ben dayak yesem de, dayak yiye yiye doğru yola doğru gidiyorum.

Tasavvufa bakışınız nasıl?

Tasavvuf her şeyi birleştirir, tevhid eder. Ben Kur’an’ı merkeze aldıktan sonra çözümlediğim şey şu: İçkin bir Allah inancı yoktur, mütealdir Allah. İhlas suresini okusan bile oradan çıkarırsın. İçkin Tanrı ile aşkın Tanrı arasındaki farkta ben aşkın Tanrı’yı tutuyorum.

Aslında tehlikeli de buluyorum Vahdeti vücud düşüncesini. Kaçınılmaz bir şekilde insanları tanrılaştırıyor. Çünkü Tanrı her yerde, bende de Tanrı var. İnsan canlılar içinde en mütekamil varlıksa, bayağı büyük bir Tanrıyım ben o zaman. Onun için tekke adapları sorgu yeri değildir. Hiçbir şey soramazsın.

KUR’AN RUHUYLA YAZMAK GEREK

Bir dönem turistik eşya da sattınız?

Entelektüel sürmenaj diye bir hastalığa yakalandım. Okumadan yazmadan men edildim. Açık havada gezme tavsiye edildi. Bu nedenle turistik eşya satmaya başladım. Aslında bir sebep daha vardı. Hep Kur’an demişimdir ama Kur’an’dan haberi olmayan bir adam olarak söylemişimdir bunu.

Arapça bilmiyordum. Kur’an’ı bilmeden yazı yazıyorsun diye kendi kendimi yiyordum. Sanki Kur’an olmadan yazı yazmaya hakkım yokmuş gibi geliyordu bana. Öyledir de. Eğer İslami yazı yazıyorsan Kur’an’ın ruhunu katacaksın ona.

AYETİN MANASIDIR ÖNEMLİ OLAN

Ne yaptınız peki?

Gittim Emsile aldım. Arapça öğreten ilk kitap. İçinde 10 bölüm vardır. Arapça öğrenmeye başladım. Prof. Bekir Karlığa’dan ders aldım. Bunalımıma o da sebep olmuştu. Kendimi ikna edip yazı yazamıyordum. O zaman turistik iş yapmaya karar verdim. Açık havada geziyorduk. Turistler neredeyse biz oradaydık. Kart, film, şehir planı haritası, pul koleksiyonu satıyordum. 9 sene kadar sürdü. Arapçayı o dönemlerde öğrendim. Sonra şunu da gördüm. Bütün metinlerin yüzde sekseni Arapça kelimelerdi. Öğrenmem çok kolay oldu.

Kur’an meali yapabilecek kadar öğrendiniz…

Kur’an-ı Kerim’de kelimeler zarftır esas olan içindeki mektuptur. Kelimenin içi hangi mana ile doldurulmuşsa o yükümlülüğü taşır. Arapça bir zarftır ama Allah diliyle dolmuş Kur’an olmuştur. Hakk’ın, her türlü mutlakiyetin dilidir o.

Bunu Arapça gramer kuralları ile çözmeye imkan yoktur. Biz mümin olma gayretinde insanlar olarak Kur’an’la varlığın yasaları arasında durup onları izdivaç ettirmek, uyum sağlattırmak durumundayız bize faydalı olması için. Bunu fark ettim ve ondan sonra Arap dilinin kurallarını kullanmadım. Kur’an meali hazırladım. Zaten tercümeden mealdir. Temelde Hamdi Yazır vardır. Çünkü o çözemediği kelime varsa ya da açmak istemediği (gülüyor) kelimeleri aynen bırakmıştır.

Temel nokta nedir?

Herkese Arapça öğretmek mümkün olmadığına göre çok iyi tercümeler yapılmalı ve okuyan kari o tercümelerden kendine meal çıkarmalı. Kelime kelime nakletmek değildir iş, ayetin ifade ettiği mana ve medlüldür önemli olan.

Kur’an’ı bütüncül olarak ele almaya başladığımda bir meal yapayım dedim. Bir de baktım ki o güne kadar çeşitli mealleri sayısız okumuşum. O zamana kadar herhangi bir konu takılırdı aklıma, mesela zikrin karşılığını bulmaya çalışırdım Kur’an’da. Meğer tek başına olmuyormuş. Bütüncül düşünmek gerekiyormuş.

Bütüncül düşünmeye başlayınca bir anda bütün prangalarım çözüldü. Artık öyle bir hale geldim ki neyi nasıl anlamışsam onunla düşünmeyi kişiliğim haline getirmiş durumdayım. Kur’an’la düşünüyorum şu anda.

ÜSTAD’I DAVADAN TASFİYE EDECEKTİM

Yazarlık serüveniniz nasıl başladı?

Balmumcu’dan çıktıktan sonra Hilmi Oflaz sayesinde Yeni İstanbul Gazetesi’nde yazmaya başladım. O zaman sayısız fraksiyon vardı ve bütün İslami fraksiyonlar bir arada gözüküyordu. Milliyetçisi, Bozkurtu, Turancısı, ırkçısı, Hira Dağı kadar Müslüman Tanrı Dağı kadar Türkler’cisi…

Hepsi de milliyetçilik şemsiyesi altında birlikte hareket ediyor gibi görünüyorlardı. Ben Büyük Doğu’da çalışırken Hilal Dergisi Ankara’dan İstanbul’a geldi, bana teslim edildi. Esas yazı hayatına Hilal dergisinde girdim. Büyük Doğu’da tarih sayfası ve dedektifX1’i hazırlıyordum ama 2 numaraydım. Ondan sonra hiç 2 numara olmadım, hep 1 numara oldum. Kendimi keşfettikçe bir şeyler yapabileceğime inandıkça ya 1 numara oldum ya da bir şey yapmadım.

Üstad’la oldukça yakındınız. Aranızdaki bağ nasıl oluştu?

Hilmi Oflaz tanıştırdı bizi. Necip Fazıl’ın kopyası ya da ozaliti derlerdi ona. Her şeyiyle konuşmasıyla, bıyığıyla Necip Fazıl hayranıydı. O getirdi beni Necip Fazıl’a. Necip Fazıl bir şehirli, ben de şehirliyim. Ailesinden biri oldum. Gün geldi evinde yattım. Çünkü o aristokrat bir aileden geliyor ben de o çevrede bulunmuş bir adamım. Karısıyla bezik oynayabiliyordum ya da kendisiyle sandal tutup denize girebiliyorduk.

Görüşleriniz uyuyor muydu?

Hayır. Necip Fazıl benim için bizim neslin konuşmasını sağlayan adamdır. Benim tasavvufla ilgim yok. Necip Fazıl tasavvufu modern bir dile sokan adam. Bizim nesle “sen de konuşabilirsin” ruhunu aşılayan adamdır. Onun için benim gözümde çok büyük adamdır.

Fikren benim üzerimde bir etkinliği yok. Zaten kendisine söylemiştim bunu bir kızgınlık anımda. “Ben kendime güvendiğim, artık ben de bir şey yapıyorum dediğim ilk an yapacağım şey sizi davadan tasfiye etmektir” demiştim. Bayağı ağrına gitmişti bu. (Gülüyor)

Tabii, bayağı iddialı ve ağır bir söz

Ama ben hep iddialı olmuşumdur. İddialı olmayan insanlar bir şey yapamazlar. Kendine inanmayan insan ne yapabilir bu dünyada. Kendine inanacaksın ki iddia sahibi olacaksın. Hilal’le ben yapacaklarımı yapmaya başladım. Muhtevası içeriği değişti. Aboneleri de değişti.

İnternetten sorular da cevaplıyorsunuz değil mi?

kuranikerim.org sitesinde, şu anda yayında değil ama yakında tekrar açılacak, sorular cevaplıyordum. 5000 soru sorulmuştu o dönemde. Şimdi kendi sitemde cevaplıyorum. İçeriği düşünceyle ilgili sorular. İsteğim aklın önündeki engelleri kaldırmak.

Şimdi ne üzerine çalışıyorsunuz?

Şu an İmam-ı Azam’ı yazıyorum. Yaşar Nuri’nin İmam Azam’ına cevap vermeye başladığımda doğdu bu kitap. Adamı ırkçı yaptı gitti. 1. Bölüm’de İmam Azam’ı meydana getiren sosyal siyasal şartları anlattım. Benim için İmam-ı Azam bir idol, büyük bir akıl, büyük bir zeka. Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağar ayetine uyan bir adamım. Biz de aklımızı kullanmıyoruz. Yeni atılımlar, yeni bir iklim için hazırlık yapmak lazım.

TERCÜMELER KURAN MERKEZLİ BİR AKIM BAŞLATTI

Geçmişte kendinizi milliyetçi çizgide tanımlıyordunuz. O zaman nasıldı milliyetçilik hakkındaki düşünceleriniz şimdi nasıl bir yer tutuyor?

Herşey insanda etap etap. Ben bir evvelkini inkar etmek istemem. Nihal Atsız okuyordum. Şiddetli bir Türkçüydüm o zaman. Bozkurtların Ölümü kitabını en az 25 kere okumuşumdur. Ama Osmanlı’nın son fertleriyle yaşarken de Osmanlıcı oldum. Ondan sonra daha ileri gidip Ashab dönemine gittik. Ama benim Hilal’le yaptığım tercümelerin başlatılmasıdır.

Sizin rolünüz neydi tercüme kitapların gelmesinde?

Bunu başlatan ilk adamlardan biriyim. Bütün o tercümelerin Seyyid Kutup, Mevdudi, Hasan el Benna kitapları başka yayınevinden çıksa da önsözlerini ben yazdım. Feryat halinde gece gündüz çalıştım. Bunun karşılığı da para değil. Parayla yapılamaz bunlar.

Bu kitapların Türkiye’ye gelişleri nasıl oldu?

Söyleyeyim. Devletin bir tavrı vardır, kendini güçlü devletlerle karşı karşıya getirmeme politikası. Taa Karlofça’dan bu yana Osmanlı kendi başına karar alamamıştır. Bu güne kadar devam ediyor bu durum. Tayyip Erdoğan kırdı biraz.

Bu politika çerçevesinde Marksistlere karşı Kutup’un İslam’da Sosyal Adalet kitabı tercüme edildi. Sosyalist bir görüşle yazılan bu kitapta Türkiye’de hiçbir kitapta görmediğimiz bir şey gördüm. İddiasını ayetlerle açıklıyordu. Ben de zaten için için bu dinin anayasası Kur’an ama kimse Kur’an’dan bahsetmiyor diye düşünüyordum.

Kur’an muşambalara asılıp evin mutena bir köşesinde saklanır ya da ara sıra ölülere Yasin okunur. Halbuki Kur’an’da ‘Bu kitap diriler için indirilmiştir’ ibaresi yalnızca Yasin’de vardır. Herhalde onun için okunuyor (gülüyor).

O zaman dedik ki biz kendimiz bulamayacağız, İslam coğrafyasında düşünenlerin durumu nedir bir bakalım. Seyyid Kutup başta olmak üzere araştırdık. Hilal’in sahibi Arap’tı, Arapça da biliyordu. Kolaylıkla bulduk kitapları. Tercüme edecek insan yoktu. Ben yaptırdığımız tercümeleri tercüme ettim okunabilsin diye. Çorak bir dönem. Şeriat meriat hiçbir şey yok.

Nasıl bir dönüşüm sağladı bu tercümeler?

O dönemde 15 bin sattı bu kitaplar. Ben iki defa Anadolu’yu gezip konferanslar verdim. İlk defa Kur’an kökenli bu yeni akımın, ki tasavvufsuz bir akımdır bu, yayınları başladı. Yeni gelen iklimde yetişenler aynı şekilde yazmaya başladılar. Kur’an’ı referans alan anlayış yerleşmeye başladı. Bugün birşeyler konuşmak isteyenler Kur’an’sız konuşamıyor. Ben de başka hiçbir şeye hüccet olarak bakmam.

Ya sünnetler?

Elbette Allah’ın Resulü postacı değildir. O örneklemiştir. Daha doğrusu fiilen gösterdiği ölçüler benim için sünnet, sözlü olanlar değil.

Hadisler konusunda şüpheleriniz mi var?

Sadece benim değil çok kişinin. Ben hadisi tevatür, mütevatir gibi şeylerle algılamam. Hadisin hadis olduğunu kabul etmem için iki ölçü var. Biri ayetlerle irtibatlı olacak yani Allah’ın Resulü bir ayet okuyacak, soracaklar cevap verecek, ayeti o açıklayacak. Diğeri de varlığın yasalarına aykırı olmayacak.

AHMET ŞİŞMAN BİR İNANÇ ADAMIYDI

Ahmet Şişman’ı kaybettik. Siz tanıyordunuz. Nasıl biriydi?

Ahmet Şişman 1970’li yıllarda yanıma gidip gelirdi. Sonra yolu ayrıldı. Benimki düşünce okuludur, o eylem tarafını seçti. Gayet basit bir de formülü vardı. “Abi uğraşma. İslami bir problem mi çıktı. Gider Hayrettin Karaman’a sorarsın. Kafanı da yormazsın, bu adamların da kafasını yormazsın” diyor. (gülüyor) Ahmet Şişman bütün imkanlarını inancına harcamış bir adam. Ahmet Şişman bir inanç adamıdır. Buna şahitlik ederim.

24.07.2011

https://www.yenisafak.com/roportaj/kuranla-dusununce-prangalarim-cozuldu-331702

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu