Marmara’da herkes aradığını bulurdu
1960’lı yıllarda birçok bilim adamı, yazar, şair, düşünür, gazeteci, sanatçı, akademisyen ve üniversite öğrencisinin müdavimi olduğu Marmara Kıraathanesi’nin kıdemli Marmaratörü Reşat Şen, Marmara’da oyun arayanın oyun, sohbet arayanın sohbet, dost arayanın dost bulduğunu söylüyor.
İstanbul Üniversitesi’nin tam karşısında, Laleli’den Beyazıt Meydanı’na çıkarken, sağ tarafta iki-üç katlı, üniversiteye, Beyazıt Meydanı’na bakan geniş bir bahçesi olan Marmara Kahvesi ilim kültür hayatımızdan pek çok kişiye ve pek çok sohbete ev sahipliği etmişti ve adeta bir halk akademisi hüviyetindeydi. Marmaratörlerden Reşat Şen’in de en az her renkten, her seviyeden insanın bir araya geldiği Marmara Kıraathanesi kadar renkli bir hayat hikayesi var. Bu hafta Biraz Muhabbet sütunlarına misafir olan Şen, o dönem yeni açılmış olan İmam Hatipleri, ders çalışmak yerine gittikleri mitingleri, Necip Fazıl’la dostluğunu, zamanın ilim adamlarını ve Marmara (Küllük) müdavimlerini anlatıyor. 72 yaşındaki delikanlı Reşat Şen Marmara ruhunu devam ettiriyor.
Marmara Kıraathanesi’ndeki sohbet ortamı nasıl doğdu?
1959-60’lı yıllarda Marmara’ya giderdik ama asıl 27 Mayıs’tan sonra. Çünkü insanlar konuşup deşarj olma ihtiyacı hissediyorlardı. Sahaflar’da Cerrahi şeyhi Muzaffer Ozak vardı. Onun yanına gider, kitap alıp sohbet ederdik. O bazen giderdi Marmara’ya. Onunla gitmeye başladık.
Marmara deyince aklınıza ne geliyor?
Ben ‘Marmara’dan nasibini almamış kişi, demini almamış çaya benzer’ diyorum. Hakikaten öyle. O kadar değişik, o kadar enteresan yapıda insanlar bir araya geldi ki adeta bir halk akademisiydi. Şevket Eygi ‘Ben o kadar fakülte bitirdim ama esas mezun olduğum yer Marmara’ der.
Kimler gelirdi?
Necip Fazıl çok sık olmamakla birlikte gelirdi. Kabil Üniversitesi kurucularından Prof. Sait Atademir. Almanca’yı Türkçe kadar bilirdi. O zaman lisan bilenin sayısı çok çok az. Kardeşi Ankara İlahiyat Fakültesi Dekanı Hamdi Ragıp Atademir. Fransa’da hukuk doktorası yapmış Le Monde Hasan, Fransa’da psikiyatri ihtisası yapmış İzzettin Şadan Bey, Maliyeci İbrahim, Nuri Karahöyüklü, Ziya Nur Aksun, İTÜ uçak kürsüsü dekanı Ahmet Nuri Yüksel. Erol Güngör, Mehmet Genç, Celal Er.
Sonradan Halk Partisi’nden milletvekili olan koyu solcu Mehmet Feyyaz. Eskiden sırtında su taşıyan sakalar vardı, onlardan biri olan Hasan Aga. Gelir oturur. Konuşanların hepsini dinlerdi. Prof. Mehmet Çavuşoğlu, Talebe Cemiyeti başkanlığı yapmış Fethi Erhan. Bir de Çingene bir ayakkabı boyacısı vardı. Bahriyeli diye isim takmışlardı. O adam da kendinden geçmiş vaziyette sohbeti dinlerdi. Mekkeli Kemal diye meşhur bir alim ki senelerce Mekke’de kalmış, Kur’an-ı Kerim tercümeleri yapmış.
İŞPORTACI PROFESÖRE KARŞI
Gerçekten çok değişik profilden insanlar. Nasıl anlaşıyorlardı?
Zaman zaman kavgaları gürültüleri olurdu. Ama orada herkes konuşabilirdi. Adana’dan geldi bir adam işportacılık yapmaya başladı. Ortaokul mezunu biraz da mürekkep yalamış. Akşamları da buraya gelip dinliyor. Geldikten 15 gün sonra Prof. Saip Atademir’in anlattığını İslam’a aykırı bulmuş. ‘Hocam bu söylediğiniz küfür’ diye ayağa kalktı. 15 günde profesörle münazara yapacak hale geldi. Marmara böyle bir yer. Orada herkes aradığını buluyordu. Avrupa’dan Amerika’dan gelen oraya geliyordu.
Marmara Kıraathanesi’nin bir de oyun taifesi vardı ama değil mi?
Marmara’da herkes ne isterse bulurdu. Bilardo, tavla, dama, satranç, oyun oynayan herkesin yeri vardı arka tarafta. Bizim yerimiz ön taraftaydı. Girişte solda büyük bir masa. Orada konuşulurdu. Yazın da kahvenin önüne çıkardık. Gece 1’lere 2’lere kadar. Marmara hiç kapanmazdı. 24 saat açıktı.
SENATÖRDEN NEYİMİZ EKSİK
Bir de meczup tiplerden bahsediliyor?
Meşhur Filozof Cemal vardı. Filozof Cemal üniversite mezunu değildi ama bir oturuşta 500 sayfa kitap okuyup kalkan bir adamdı. Bir gün Arif Nihat Asya Ankara’dan geldi. Oturuyoruz. Cemal anlatmaya başladı. Arif Nihat Asya müthiş birikimli bir adam, o da hiç konuşmuyor, dinliyor. Sabah ezanı okuyuncaya kadar anlattı. Meczup görünen ama dahi bir adamdı.
Bir de Hilmi Oflaz. Hilmi Abi de Necip Fazıl’ın en sevdiği adamlardan. Necip Fazıl için yapmadığı fedakarlık kalmadı. Tavuklarını bile insan ismi vererek Büyük Doğu’ya abone etmiş. O vefat ettikten sonra Mehmet Niyazi, ben ve Mümin diye bir arkadaş kitaplarını belediyede tasnif ettirdik. 4’de 2’si çürümüştü. Geri kalanı İSAM’a satıp çocuklarına birer daire aldık.
Neden Marmaratör deniyor müdavimlere?
O zamanlar ‘Tabii senatörler’, Cumhurbaşkanı Senatörleri diye, senatör grupları vardı. Prof. Ahmet Nuri Yüksel bir gün ‘Tabii senatör oluyor, Cumhurbaşkanı senatörü oluyor da neden Marmaratör olmasın. Marmaratörler senatörlerden de kıymetli’ dedi. Ondan sonra benimsendi bu ad. İsim babası odur.
Marmaratörler birbirine düşkün müydü?
Arayıp sorarlardı birbirlerini. Oyun grubuyla sadece karşılaşıyorduk. Bir gece Karaköy’de vapurdan indim. Öyle bir yağmur yağıyor ki. Otobüs durağına sığındım. Ne dolmuş, ne taksi, ne otobüs. Beklerken bir araba döndü durdu. ‘Marmaralı yolda kalır mı’ dedi. Baktım. Her gün en dip taraflarda başını hiç kaldırmadan oyun oynayanlardan biri. Belki selamlaşmamışızdır bile. Gece bir buçuktu, beni Marmara’ya getirdi.
İKİNCİ HANIMA RAZIYIM
Necip Fazıl Esafil-i Şark dermiş…
Necip Fazıl bir gün Marmara tarafından Çarşıkapı’ya gidiyor. Ben de Çarşıkapı tarafından Marmara’ya gidiyorum. Karşılaştık. ‘Nereye Esafili Şark’a mı?’ dedi. Ben de ‘Akademiye gidiyorum’ dedim. ‘Ne akademisi’ dedi. ‘Akademi var şimdi’ dedim. Geldi benimle. Marmara’nın önünde ‘Buyrun üstad’ dedim. ‘Lan Esafil-i Şark değil mi burası’ dedi. ‘Burası Halk Akademisi oldu. Sizin haberiniz yok’ dedim. ‘Başlarım sizin akademinize’ dedi ama geldi benimle.
Hanımlar ne diyordu sürekli Marmara’da olmanıza?
Yayıncı İsmail İnalmış’ın evi Marmara’nın yanındaydı. Geldi mi de gitmiyor. Bir akşam hanımı sormuş. ‘Nereye gidiyorsun?’ İsmail de ‘Öbür hanımın yanına gidiyorum’ demiş. Hanımı da ‘Vallahi razıyım yeter ki Marmara’ya gitme’ demiş. Hanımlar da haklı ama kahvede oyun oynayıp gereksiz işlerle uğraşmıyoruz. Hükümet kurup hükümet yıkıyoruz.
Marmara nasıl dağıldı?
Satıldı. Alan adam iş hanı yaptı. Müdavimler dağıldı. Bir kısmı İLESAM’a gitti. Bir kısmı Nevzat’ın yeri vardı oraya gitti. Şimdi Saraçhane başında Ozanlar diye bir yer var. Birkaç kişi oraya gidiyor. Türk Ocağı’na gidenler var. Yine bir araya geliyoruz.
Her sene Filozof Cemal’in ölüm yıldönümünde mezarında buluşuyoruz sonra da 40-50 kişi sohbet ediyoruz. Geçtiğimiz Pazar da Hilmi Oflaz’ı andık. Mehmet Niyazi önderliğinde yapıyoruz bunları. Marmaratörler biraraya geldiğinde kimse bir şey anlatamaz. Çünkü uzun zamandır görüşmemişler. Herkes anlatmak istiyor. Sıraya koyarlar.
YOLUMUZU NECİP FAZIL ÇİZDİ
Kaç doğumlusunuz?
1940 yılında Düzce’nin Sıracevizler köyünde doğdum. Kendi halinde muhafazakar bir ailenin çocuğuyum. Düzce’de herkes dini yönüne önem verirdi. 4 yaşında Kur’an öğretmeye başlarlardı. Ben de 4 yaşında öğrenmeye başladım. Kabiliyetli gördüler, hafız da yapalım dediler. 10 yaşında hafızlığı bitirdim.
Ya okul?
İlkokula gidemedim. Düzce merkez vaizi Cemal Hoca çok akıllı, bilgili bir adamdı. Bize özel öğretmen tuttu. Ders aldık, eksiğimizi tamamladık. Benim gibi 8-10 kişi, Düzce’de bir okulda sınava girdik. Ben 4. sınıfa girdim. 1954 yılında ilkokulu bitirip, İstanbul’a geldim. İstanbul İmam Hatip’e girdim. Zaten ilkokulu da İmam Hatip’e gidebilmek için okumuştum. O sene ilk defa İmam Hatip’e giriş imtihanı yaptılar. On beşinci oldum. Ben yaşımda girmiştim ama İmam Hatip’e 18-20 yaşında olup da yaşını küçültüp girenler çoktu. Bizim sınıfta sakal traşı olmayan yalnız 5-6 kişi vardı. Evli olan bile vardı.
Kimlerden ders aldınız?
İmam Hatip okullarının kurucusu meşhur Celalettin Ökten Hoca vardı. Arapça hocalarımdan biriydi. Nurettin Topçu felsefe hocamızdı. Zekai Konrapa, Hüseyin Karagözoğlu, Ali Rıza Sağman, Mahir İz, Lütfullah Sami Akalın, Halim Akkul … Bunlar hepsi şöhretli ve kıymetli hocalardı. Feyz aldık onlardan.
Okul hayatında aktif biriydiniz anlaşılan
Herkes muntazaman ders çalışıyordu biz daha çok aktüalite, cemiyet işleriyle ilgileniyorduk. Osman Bölükbaşı’nın başında olduğu Millet Partisi gençlik kollarının genel sekreteriydim. İstanbul’da bir mitingde ben olmazsam o mitingin çökeceğini zannederdim. Hangi partide milliyetçi Müslüman varsa onu desteklerdik.
Sadettin Bilgiç parti içinde Demirel taraftarı olan İsmail Hakkı Tekinel grubuyla mücadele ediyordu. Pek kazanma durumu yoktu. Biz gidip Sadettin Bilgiç grubuna çalıştık. Süleyman Demirel’in grubunu bertaraf ettik. Hangi partiden olursa olsun İslami nosyonu olanlarla çalışıyorduk. Bizim yolumuzu zaten Necip Fazıl çizdi. Onun çizdiği yolun dışına çıkmadık. Hep O’na danışıyorduk.
Haftada bir gün İstanbul Üniversitesi’nin merkez binasının altında bir odada üniversite öğrencileri buluşuyor, yatsı namazı kılınıyor sonra dini konular konuşuluyordu. Ancak bodrumda bir oda bulabilmiştik. Asaf Ataseven, Kadir Mısıroğlu, İsmail Dayı, Hüseyin Yanallı… yaklaşık 15 kişi gece 11’e kadar sohbet ederdik.
İmam Hatip mezuniyetinden sonra ne yaptınız?
Çeşitli iş yerlerinde çalıştım. Noterde bile veznedarlık yaptım. Okul hayatı sürerken Yeşilay, Milliyetçiler Derneği gibi derneklere gidiyorduk. Okul bittikten sonra Tohum mecmuasını çıkardık. Çok zor çıkıyordu o şartlarda. Ahmet Semiz yazı işleri müdürüydü. Yazanlar daha çok İmam Hatip talebesiydi ama Nurettin Topçu olsun, başka hocalar olsun onlardan makale alıp koyuyorduk. Haftada bir çıkıyordu. Şimdi ÖNDER hâlâ çıkarıyor sanırım.
BAYRAMLARDA MANEVİ ZİYAFET ÇEKERDİK
Necip Fazıl’la tanışmanız da İmam Hatip yıllarına denk geliyor sanırım değil mi?
Evet, 3. sınıftayken tanıştık. Bizim arkadaşlar zaman zaman evine ziyarete gidiyorlardı. Bir gün beni de götürdüler. İlk gittiğimde yaklaşık 50 kişilik kalabalık bir grup vardı. Çay servisi yapılıyordu. Uzun boylu yakışıklı bir adam çay servisi yapıyor. Bir ara nedense üstad ona kızdı. ‘Ey hamakat-ı deha çapındaki Hüseyin’ dedi. Bu tabiri ilk defa duyuyordum. Hem adamı, hem ‘hamakat-ı deha’yı merak ettim.
Çıkınca öğrendim ki çay servisi yapan adam hukuk fakültesini bitirmiş, avukatlık stajı yapıyormuş. Bunu duyunca ‘Bizim halimiz çok fena o zaman’ dedim. O zamanlar yüksek tahsilli o kadar kıymetli ki. Kendimi onla karşılaştırdım. Anlaşılan bizim ahmaklık konusunda bile yerimiz yok dedim.
Samimiyetiniz nasıl ilerledi?
Evine daha sık gitmeye ve şahsi olarak görüşmeye başladım. Şehir dışındaki konferanslarına beraber giderdik. 27 Mayıs’tan sonra Bursa’da konferans verecekti. Kadir Mısıroğlu, Ali Haydar Öztürk, Hilmi Oflaz, Süleyman Yalçın ve ben birlikte gittik. Bursa’da konferans verdi. Herkes mest oldu.
Akşam bizi yemeğe aldılar. Üstad da 27 Mayıs’tan sonra ilk defa Büyük Doğu’yu çıkaracaktı. Aboneye ihtiyacı var. Oradakilere ‘Bu Reşat benim hem oğlum, hem de arkadaşım sayılır. Bunu size bırakıyorum. Gereken kolaylığı gösterin. Abone kaydedecek’ dedi.
Orada Devlet Su İşleri baş mühendisi Şerafettin Paker ve Etibank baş mühendisi Cemal Külahlı, sonradan ikisi de milletvekili oldu, bana çok yardım ettiler. O zamanki şartlarda bir haftada 5 bin liralık abone yaptım. Üstad çok memnun oldu. Bundan daha fazlası yapılamazdı dedi. Sonra masraflarıma baktı. İnsan evinde bile ancak bu kadar masraf yapar dedi.
NECİP FAZIL’DAN HİÇ BIKMAZDIK
Nurettin Topçu’nun konferanslarını da takip eder miydiniz?
Evet. Nurettin Topçu felsefe hocamız aynı zamanda mütefekkir bir adam. Ondan çok feyz aldık. Onu da evinde ziyaret ederdik. Bayramlarda evvela Necip Fazıl’a sonra Nurettin Topçu, Cevat Rıfat Atilhan, Celalettin Ökten hocayı ziyaret ederdik.
Müthiş bir ziyafet. Bilmediğimiz duymadığımız şeyleri öğrenirdik. Zaten Necip Fazıl’ın yanında 10 gün bilafasıla kalsan hiç bıkmazsın, daha da istersin. İştahlı bir insanın yemek yedikçe iştahının artması gibi, Necip Fazıl’ı dinledikçe dinleme iştahı artıyordu. Her sözü bir cevherdi. Çok severdim, o da beni severdi.
Günlük hayatında nasıl biriydi Necip Fazıl?
Rahat bir insandı. Necip Fazıl’ın yanına gitmekten bıkmazdık. O zaman sigara içiyordum. Nurettin Topçu’nun yanında hayatta sigara içemezsin. Hafız gibi oturacaksın. Ama Necip Fazıl’ın yanında gayet rahattık. Hiçbir şeye sıkılmazdık. Kendisi çok rahat ettirirdi insanı. Yemek, ikram da gayet bol olurdu. Bizi eve yemeğe çağırırdı. Hatta böyle bir hikayemiz var.
Anlatsanız…
Bir gün Üstün İnanç, İsmail Özen ve beni yemeğe davet etti. Üstad Altunizade’de oturuyor. Vapura bindik. Hava biraz bozuktu, büsbütün bozuldu. Eminönü’nden Üsküdar’a 2,5 saatte varabildik. Vapur yanaşamıyor. Necip Fazıl da sert adam. Çok kızmış geç kaldık diye. Eve vardığımızda ‘Yemeğin parasını sizden alacağım. 3 saat beni nasıl bekletebilirsiniz’ diye kızdı.
Biz bir şey diyemiyoruz. İsmail Özen Üstad’ı daha önceden tanıyordu. Bir dakika Üstad, enteresan bir deniz trafiğine yakalandık diye durumu anlattı. Üstad ‘Hayret kırk yılın başı sevdiğim insanları yemeğe davet ediyorum. 20 senede bir olan deniz trafiği de bize rast geldi’ dedi. Böyle çok yakın sohbetimiz olurdu. İmam Hatip’ten mezun olduğumda bizzat o bana iş arıyordu.
YENİ RADYONUN İLK HABERİ DARBE
Büyük Doğu’da hiç çalıştınız mı?
Hayır. Sizin yazarlarınızdan Osman Akkuşak ihtilalden evvel çalışıyordu Büyük Doğu’da. Üstad sık sık Ankara’ya gidiyor. O zaman telgraflar geç kalabiliyor. ‘Osman eğer ben oradan telgrafla iletişim kuramazsam, eski makalelerimden birini koyun’ demiş. O da ‘Üstad ben yazarım, senin imzanla koyarım’ demiş. Üstad şöyle bir bakmış. ‘Yapar mısın’ diye sormuş. ‘Yaparım’ demiş. Üstad, ‘Bir ilkokul öğrencisine, sünnet çocuğuna paşa üniforması giydirirsen herkes ‘a ne sevimli çocuk der ama bir asteğmene paşa üniforması giydirirsen acayip görünür’ demiş. Sen daha asteğmensin demiş. Osman bunu gülerek anlatır, ‘haddimizi bilemedik’ derdi. (gülüyor)
27 Mayıs Darbesi sizi çok etkilemiş. Darbeyi nasıl yaşadınız?
Mihrimah Sultan Camii’nin müezzini Hilmi Abi hemşehrimdi. 27 Mayıs akşamı Üsküdar’da onun yanında cami meşrutasında kalıyordum. O gün Hilmi Abi nasıl yaptıysa borç harç bir radyo almış. Radyo almak kolay değil o zaman. Cuma sabahları saat 07.00’de Kur’an okunuyordu radyoda. Hilmi Abi radyoda ilk Kur’an dinleyeceğiz diye heyecanlanıyor. Gece heyecanla kalkıp radyoyu kurcalıyor. Arada bir gürültüler geliyor.
Hilmi Abi bir şeyler oluyor diyor. O zamanlar da komünistlerin gizli yayın yapan bir radyosu var. O radyodur yat diyorum. Hilmi Abi yatıp kalkıp radyoyu karıştırıyor. Bir ara ‘O senin bildiğin gibi değil, değişik şeyler oluyor’ dedi. Peki aç bakalım dedim açtı. Türkeş ‘Silahlı Kuvvetler yürütmeyi ele almıştır’ diyordu.
10.06.2012
https://www.yenisafak.com/roportaj/marmarada-herkes-aradigini-bulurdu-388102