Peygamberimizi yeniden okumalıyız
Marmara İlahiyat Fakültesi’nden emekli olan Prof. Celal Yeniçeri İslam’ın iktisadi yönü üzerine çalışırken Peygamber Efendimizle ilgili oldukça ayrıntılı çalışmalar yapmış. Peygamberimiz nasıl giyinirdi, davranırdı, çevreciliği, sporculuğu, mutfağı, tıbba bakışı gibi konulara değinmiş. Uzaydan bahseden ayetler konusunda yaptığı çalışmalar da çok ilgi gören Celal Yeniçeri hocamızla Peygamberimizin oluşturduğu toplumu ve medeniyeti konuştuk.
Peygamber Efendimiz dönemindeki toplumu anlamak için nereden başlamamız lazım?
İnsanı kavramak lazım. “Kur’an’daki insanı” kavramadan ne türlü düzenleme yaparsak yapalım başarılı olamayız. Aileden, devletten, devlet düzeninden bahsetmek insanı kavramadan faydalı değildir.
Kur’an insanı ele alınışı “Biz insanı en güzel değerler üzerinde yarattık” ayetiyle ele alıyor. İnsanın en güzel, en yüce değerler üzerine yaratıldığından bahsediyor. “Biz insanı mükerrem kıldık” yani çok değerli bir varlık haline getirdik diyor. Bu insanın değerini kavramamız lazım.
Peygamberimizin dönemini çok çalıştınız. O toplumla bu toplumu karşılaştırırsak ne görürüz?
Karşılaştırmak ne kadar doğru olur bilmiyorum. Hz. Muhammed’in toplumu değerlerin nazil olduğu bir toplum. Hz. Muhammed’e, Kur’an’a sonsuz bağlı olan bir toplum. Çok yoksul, yoksulluk içinde ama iman bakımından da en yüce değere sahip.
O dönemin çok büyük zorlukları oldu, Allah bir daha karşılaştırmasın. İktisadi, mali bakımdan zorluklar, savaşlar, çarpışmalar ama sonunda başarıldı iş. Peygamberimiz o zamanki İslam toplumunu başarıyla selamete ulaştırdı. Oraların iman olgunluğuna eriştirsin Allah.
Şimdiki İslam toplumları selamete nasıl ulaşır?
Sorumluluklarımızı kavramamız lazım. Yaratana karşı, yaratılanlara karşı sorumluluğumuz var. Hayvanlara, suya, ağaca karşı sorumluluğumuz var.
Bunları bilmemiz lazım. Kendi kendimizle barışık olmamız lazım. Kendisiyle barışık olmayan başkasıyla barışık olamaz. Aile içinde kaynaşma olması lazım. Komşularla, topluluklar arası, kurumlar arası kaynaşma gerçekleşmeli. Kaynaşma toplumu olmalıyız.
AYDINLANMAYI KUR’AN BAŞLATTI
Peygamberimiz döneminde kaynaşma toplumu başarılabilmişti değil mi?
Elbette. Aydınlanma çağı diye bir çağ var. Bugünkü anlayışımız aydınlanmayı Batı aydınlanması olarak görür. Aydınlanma çağı Batı’daki aydınlanma çağından başlar ve o aydınlanma peşinde koşarlar. Oysa Kur’an-ı Kerim’in aydınlanma çağı farklı bir çağdır.
Müslüman’ın aydınlanma çağı Kur’an aydınlanması ile başlar. Öteki ayetlerde de arınmadan bahseder. Kötülüklerden, pisliklerden, karanlıklardan, sufliliklerden arınma çağı. Bu çağı Kur’an-ı Kerim başlatmıştır. İlk gelen ayet “ikra” diye gelmiştir. İlk kelime oku kelimesi. Bu kelime Kur’an’a da ad olmuştur.
Aydınlanma çağını başlatan ilk ayetler İslam medeniyetinin de temelini attı diyebilir miyiz?
“Yaratan Rabbinin adıyla oku ki onu aşılanmış bir yumurtadan yarattı” diyor. İlk olarak insanın yaratılışını ele alıyor. “Kerim olan, Ekrem olan Rabbinin adıyla oku” diyor.
Allah ilk sıfatı olarak Ekrem sıfatını göndermiştir. Ekrem bütün güzellikleri sunan demektir. Sonra Müddessir suresinin ilk 5 ayeti çok önemli. “Ey sarınıp bürünen kalk, insanları uyarmaya başla ve rabbini yücelt.”
Rabbini yüceltmek ilk görevimizdir bizim. Bunun için mescidler yapılmıştır. “İbadetini tek ve yüce Rabbe yap” demiştir sonra ilk emir “Elbiseni temiz tut.” “Neden elbiseni temiz tut ilk on ayet içinde yer aldı? Neden elbise temizliği istendi de kapsamlı bir temizlik istenmedi?” diye yıllarca düşündüm.
Sonra anladım ki vücudunu temiz tutmadan, çevreni temiz tutmadan elbiseni temiz tutman mümkün değil. Hz. Peygamber’in her olduğu yer medresedir. Camide de vaaz etmiştir cami dışında da… Bulunduğu her yer medrese haline gelmiştir.
Bugün toplumumuzdaki bir zihin karışıklığından söz ediyorsunuz. Bunun sebebi nedir?
Hz. Peygamber İslami değerlerle eğitilmiş bir insanlık oluşturmak üzere gönderilmiş bir peygamberdir. Fakat dünyanın önemli bir kısmı onu hâlâ anlamamıştır. Çevreciliği, spor etkinlikleri çok ilginçtir.
Getirdiği değerler üzerinden yürümesi lazım İslam toplumlarının. Batı değerlerinin esas alınmaması lazım. “İlim müminin kaybolmuş malıdır” hadisi gereği, her güzel şeyi her medeniyetten alırız ama bizim güzel değerlerimizin de o medeniyetler tarafından takdir edilmesini isteriz. İslami değerleri bırakıp, Batı’nın değerlerini almaya kalkıştığımızda en büyük hatayı yapmış oluruz. Zihin karışıklığının sebebi budur.
BATI’NIN İSLAM ÜLKESİ OLMAYALIM
Zihin karışıklığını izale etmek için ne yapmak gerek?
Önce Kur’an’ı bellemek, iyi anlamak lazım. Peygamberi iyi anlamak lazım. Peygamber kavranılmadan zihin karışıklığı devam eder ve bütün o değer hükümlerine ters, yanlış yollarda devam ederiz. Biz Batı değerlerini değer edindik.
AB’ye girmek istiyoruz. Bir ayet var, “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin” diye tefsir ederler. Oysa Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin demiyor ki. Onlarla yemek yiyip, ahbap olabilirim. Orada veliler edinmeyin demek onların idare yönetim denetimleri altına girmeyin demektir.
Biz Batı’yı veli edindik. Kendimizi onun gözetimi altına soktuk. Onunla sulh yapabiliriz. Ama asla onun değerleri doğrultusunda kendimizi yönetemeyiz, yönettiremeyiz. Burada çok yanlış bir yol izleniyor.
Kendi değer hükümlerimizi görmezlikten geliyoruz. Biz büyük bir medeniyetten geliyoruz. O medeniyetin nice güzel değer hükümleri vardır. Batı değerlerine ihtiyacımız yok. Bizim yapacağımız İslam’a dönmek, Kur’an-ı yeniden okumak, Hz. Muhammed’i yeniden okumak ve hayatımızı yeniden şekillendirmektir. Batı’nın İslam ülkesi haline gelemeyiz.
BOĞAZ BUZ TUTMUŞTU BEN AYET EZBERLİYORDUM
Çocukluk yıllarınız ülkemizin zor dönemlerine rastlıyor. Neler yaşadınız?
Şile’de Oruçoğlu Köyü’ndenim. Şile’de Artvin kökenli dokuz orman köyü vardır. Bunlar Osmanlı’nın toprak kaybettiği dönemde göç ederek buraya yerleşmişler. Orman içinde tarla açacak yer yoktur. Odunculuk, hayvancılık yaparlar. Çok zor günler yaşarlar.
Bu arada Birinci Dünya Savaşı patlak verir. Göç yetmiyormuş gibi dedelerimi askere alırlar. Dedelerimin biri Yemen Savaşı’na katılır, bir tanesi Çanakkale Savaşı’na katılır. Asıl dedem 26 yaşlarındayken Irak cephesine götürülür. Arkasında üç çocuk bırakarak orada şehit olur. 3 çocuk babaannemin sırtına kalır.
Anadolu’nun kaderi aslında hep benimkine benzer. Köyden bir saat uzaklıkta bir yere ağıl yapıldı. Orada çobanlık yapıyordum. Okul zamanı köye gelir okurdum hafta sonları tekrar çobanlığa dönerdim.
Hafızlık nasıl oldu?
Abimi hafız yapmışlardı, ben de hafızlığa meraklanmıştım. Annem beni de İstanbul’a hafızlığa gönderdi. 1954 kışı. Çok büyük bir kış oldu. Öyle ki İstanbul Boğazı’ndan buz kütleleri geliyordu.
Fatih Atik Valide’de Üçbaş Medresesi’nde soba yok, yatacak yerimiz yok hafızlığa çalıştık. Dam akıyor, yatağı ıslanmasın diye oradan oraya çekiyoruz. Bu şartlar altında hafızlığımı tamamladım.
İki yıl sonra da İmam Hatip’e girmek nasip oldu. İlim Yayma Cemiyeti yeni yeni kuruluyordu. Onun ufak tefek yardımlarıyla Kur’an Kursu çevriliyordu Fatih İmam Hatip yeni yapılmıştı, taş zemin üzerine yere hasır serilirdi onun üzerine yataklarımızı serer uyurduk.
CAHİL CESARETİ İLE YOLA ÇIKTIM
İslam iktisadı daha önce çalışılmayan bir konuydu. Siz nasıl çalışmaya başladınız?
Ben İmam Hatip ardından da Yüksek İslam Enstitüsü’nde okurken çok fazla düzen tartışmaları ve çatışmaları ortaya çıktı. Kimisi kapitalizmi, kimisi liberalizmi, kimisi sosyalizmi savunuyordu. Komünizmi savunanlar da ikiye ayrılmıştı; Marksistlerle, Maocular. Onlar da birbirleriyle çatışıyordu. Kimsenin aklından İslam iktisat düzeni geçmiyordu.
Sabahattin Zaim hoca İslam iktisat düzenini ilk defa dile getiren kişidir. Nevzat Yalçıntaş Hoca da onun izinden gidiyordu. Sabahattin Zaim Hoca bu konuda bir konuşma yaptı.
Ben o zaman öğrenciydim. Konuşmadan sonra kendimi büyük bir adam zannederek İslam iktisat düzenini kurmaya karar verdim. Askerden sonra bu doğrultuda çalışmaya başladım.
Sabahattin Hoca’nın bu konuda çalışması yok muydu?
Sabahattin Zaim ve Nevzat Yalçıntaş hocalar Arapça bilmedikleri için İslam İktisat düzenini kuramazlardı. Bu Arapça kaynaklara, ayetlere, hadislere, geçmiş külliyata dayanır. Onlar İngilizce biliyorlardı ama İngilizce ile olacak iş değil.
Bu işi yapabilirim diye yola koyuldum. 10 yıl çalıştım, İslam İktisadı kitabımı yayınladım. İslam İktisat Düzeni temelinde bütçe siyasetine ihtiyaç gösterir. Devlet bütçe gelirleriyle iktisadi hayata yön verir.
Dolayısıyla o çalışmanın bir parçası olarak doktora yapmak nasip oldu. Doktoramı da İslam’da Devlet Bütçesi Hukuku konusunda yaptım.
HER YERDE ONDAN BİR İZ ARADIM
Peygamberimizi her yönden incelemek için hangi kaynaklara başvurdunuz?
Yedi yıl boyunca Uzay ve Varlık Ayetleri kitabım için çalıştım. Sonra peygamber ile ilgili kitabımı yazdım. Geçmişte eserlerim için Hadis külliyatı, siyer kaynakları, tefsirleri ele aldım.
O dönemin maliye kitapları, Kitab-ül Haraç, Kitab-ül Emvaller aynı zamanda siyer kitabıdır. O hayatı ele alır, o hayat içinde mali hadisleri ayetleri işler. Bütün fıkıh külliyatını ele aldım.
Hadis kitapları ve hadis şerhleri, Nasihat-ül Mülük kitapları ve tasavvufi kaynakları ele aldım. Tasavvufi bakışı inceledim. Hisbe kitapları, eski belediyecilik kitapları ki kuruluşu Peygamber dönemine rastlar, eski Mısır’da Irak’ta yazılmış hisbe kitaplarını ele aldım.
SİYER SAVAŞTAN İBARET DEĞİL
Peygamber Efendimiz konusunda çok çalışmanız var. Bu alanda çalışmaya nasıl karar verdiniz?
İslam iktisadi esaslarını çalışırken peygamber dönemini çok iyi çalıştım, bütün boyutlarıyla inceledim. Peygamberimizin iktisadi hayata bakışı, çarşı pazara getirdiği düzen, ticari hayatı ele alış şekli, nasıl bir toplum oluşturmaya yöneldiğine dair karıştırmadığım eser kalmadı.
Gördüm ki peygamber çok yavan okutuluyordu bizde. Cumhuriyet’in, Osmanlı dönemini savaşlar boyutunda, saraydaki hayatı olumsuz yönleriyle anlatıp, biraz da sanatından bahsettikten sonra “Al sana Osmanlı” dediği gibi, baktım bizde Peygamber de savaşlar boyutunda okutuluyor.
Medine döneminin savaşları, karşı savaşları, biraz evlilikleri, biraz da bazı farzlar ve bazı vacipler ne zaman ortaya çıkmış bunlar anlatılıyordu ve “Al sana Peygamber” deniyordu. Medine, Mekke’deki baskılar, işkenceler yoktu. Hâlâ da o tutumdan kurtulunmuş değil.
KADININ MÜCADELESİ SURE ADI OLDU
Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir toplumda Peygamberimiz kadınları yüceltti. Çiftlerin boşanması halinde “Ana çocuktan çocuk anadan ayrılamaz” hükmünü verdi, çocukları annelerinden ayırmadı. Kadına değer verilmeyen bir toplumda zihniyet değişimi nasıl gerçekleşti?
Kadınlar vahyi değerlerle eğitildikçe Peygamber Efendimiz’e davalar taşıyorlar. Mesela koca dayağına karşı isyan başlattılar. Vahyi değerlerle eğitilmeden bunu başlatamazlardı.
Bir akşam, yatsı arası 70 kadar kadın Hz. Muhammed’in evi etrafında toplandılar. Hz. Ömer bunu haber alır almaz Peygamberimizin yanına koştu ve kadınların bu eylemine karşı son derece asabileşti. Peygamberimize “Kocalarına buyurun da bir de bu yüzden onları dövsünler” dedi.
Peygamberimiz ertesi gün sahabeyi topladı olanı anlattı ve “Ey Allah’ın kulları. Allah’ın bu hanım kullarını asla dövmeyin” dedi.
Böyle bir toplumda böyle bir isyan başlatabilmek için kadınların vahyi değerlerle eğitilmiş olması, durumun vahyi değerlerin tersine olduğunu fark etmeleri ve kendilerini dinleyecek birini bulmaları gerekiyordu. Ondan önce böyle bir şeyi akıllarına bile getiremezlerdi.
Başka nasıl sorunları vardı kadınların?
O zaman ayrılık ya da ölümlerde çocuk anneden ayrılıp baba tarafına verilirdi. Bir kadın bunu dava etti. Hz. Peygamber bir süre bekledi. Ve sonra hükmü “Ana çocuktan çocuk anadan ayrılamaz” diye ilan etti.
“Zıhar” diye bir şey vardı. Erkek kadını kendine haram kabul eder, annem gibisin der, boşamaz da, ölüme kadar eziyet ederdi.
Vahyi değerlerin ışığında eğitilen kadın bu durumu da Peygambere taşıdı. Peygamber vahiy bekledi. Vahiyde Mücadele Suresi’nin ilk ayetleri geldi. “Allah seninle tartışan kadının davasını işitmiştir” diye Allah hükmünü gönderdi. Bunun yanlış olduğu açıklandı. Kadının mücadelesinden dolayı surenin adı Mücadele suresi oldu.
PEYGAMBERİMİZ KIZ TORUNUNU SIRTINDA TAŞIRDI
Peki sadece sorunlar iletilince mi çözüm aranıyordu?
Kız çocuklarının hakir görülmesi, diri diri gömülmesi hadisesinin yaşandığı bir toplumda Hz. Peygamber kız çocuklarını yüceltti.
Peygamber Efendimiz namaz kılarken Hz. Hasan ve Hüseyin’in sırtına çıktığı anlatılır. Halbuki bu olay daha çok Hz. Zeynep’ten olan Umame adındaki kız torunuyla yaşanmıştır. Umame Peygamberimizin yanında kalıyordu. Eski siyer kitapları daha çok Umame’den bahseder.
O dönemde Hz. Hasan, Hüseyin’i omzuna alıp mescide götürmesi önemli değil. Önemli olan kız çocuğunun yüceltilmesiydi. Hz. Muhammed Umameyi omzuna alır, mescide götürür, namaz kılarken omzuna çıkınca yere düşmesin diye kıyama kalkarken alır yere koyardı.
Bunu toplumda kızlarla ilgili düşünceleri yıkmak için yapıyor. Çünkü Peygamberimizi sadece etrafındakiler görmüyor. Müslüman olmaya karar vermiş, Peygamber Efendimizi merak etmiş görmeye gelenler var. Bunlar Peygamberin omuzları üstünde bir kız çocuğu görünce şaşırıp kalırlar.
15.07.2012
https://www.yenisafak.com/roportaj/peygamberimizi-yeniden-okumaliyiz-394806