Yeni Şafak röportaj

Türkiye’nin dindarlık algısı Esed’le değişti

AK Parti İstanbul Milletvekili ve İşaret Yayınları’nın sahibi Dr. İsmet Uçma, Muhammed Esed’in Kur’an Mesajı isimli tefsirinin Türkiye’deki İslami yayınlar ve dindarlık algısını tamamen ve kalıcı olarak değiştirdiğini söylüyor. Kur’an Mesajı ile Türk okuyucusu doğrudan Kur’an ile temasa geçme bilincini edinmiş.

Dr. İsmet Uçma İşaret Yayınları’nın sahibi ve aynı zamanda Genel Yayın Yönetmeni. İşaret Yayınları izlediği yayın politikası ile İslam Medeniyeti alanındaki eser boşluğunu dolduran önemli bir yayınevi oldu. Muhammed Esed’in Kur’an Mesajı isimli meal ve tefsir çalışmasını tercüme edip yayınlamaları ile Türkiye Muhammed Esed’le tanıştı. Bundan sonra İsmet Uçma’nın da dediği gibi daha çok doğrudan Kur’an’la temasa geçme anlayışı gelişti. Mealler ve dini yayınlar da kendilerine bir çeki düzen verme ihtiyacı içine girdiler. Esed sayesinde gerçekleşen bu değişimin temelinde İsmet Uçma’nın Kur’an Mesajı’nı yayınlama kararı yatıyor. Aynı zamanda Ak Parti’nin kurucu üyelerinden olan Uçma geçtiğimiz seçimlerde İstanbul’dan milletvekili seçildi. Şimde hem milletvekilliği hem de yayıncılığı beraber götürüyor çünkü yayıncılıktan vazgeçmeye niyeti yok. Üsküdar’da buluştuğumuz Dr. İsmet Uçma oldukça enerjik ve coşkuluydu. Yayıncılıkta olduğu gibi siyasette de yapacağı çok şey var gibi gözüküyor. Dr. İsmet Uçma ile görüşmemizde edindiğim izlenim şu: Yakında ufuk açıcı ve şaşırtıcı açılımlar gerçekleştirecek.

Öğrenciyken aynı zamanda memur olarak çalışıyordunuz. Neden ayrıldınız?

70’li yılların ayırt edici özelliklerinden biri, kitap ile silahın aynı düzeyde tehlike olarak kabul edildiği çarpık bir tehdit algısının benimsenmiş olmasıydı. Marksist olmayanlar ne aydın olabilirdi, ne ilerici, ne demokrat…

O dönemde İş ve İşçi Bulma Kurumu bünyesinde basit bir memurluğa girmiş, hem çalışıyor hem de okuyordum. Marksizm’i İslam’ın ve Anadolu halkının değerlerine aykırı gören bir İslamcı olarak sol görüşlü bir hükûmetin sempatiyle bakmayacağı bir memurdum.

Nitekim bulunduğum memuriyette daha fazla kalamayarak bugünün trend kavramı “mobbing”e boyun eğmek ve işimden ayrılmak zorunda kaldım.

Yayıncılık nereden aklınıza geldi?

Devlet kurumlarında memur olarak çalışma imkânım kalmayınca iâşe ve ibatemi sağlamak üzere yeni girişimlerde bulunmam gerekiyordu. Gerek mizacımın elverişli olmamasından, gerekse o günkü ekonomik konjonktürden dolayı, ücretli bir iş bularak çalışmayı pek istemiyordum. Yayıncılık hem iç dünyamdaki eğilimlerime hem de özgürlük arayan mizacıma en uygun çalışma alanıydı. Ayrıca bu alanda kendimi de geliştirip, mutlu olabilirdim.

AMACIM PARA KAZANMAK DEĞİLDİ

Piyasaya nasıl girdiniz?

1982 yılında birkaç işadamıyla kurduğumuz Bir Yayıncılık’ı faaliyete geçirdim. İlk yayınlarımı mükemmel bulmuyorum. Ancak bu tecrübelerim birkaç yıl sonra tek başıma kurduğum İşaret Yayınları’nın temel harcı oldu.

Bir Yayıncılık, bana bu sektörden kolay kolay ayrılamayacağımı gösterdi. Ondan sonra çalışma masamın etrafında daima taze mürekkep kokusu, aklımda da İslam Medeniyeti’nin sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel sorunlarına çözüm olabilecek her türlü öneriyi bulma, basma ve ülkenin en ücra köşelerine kadar yayma fikri oldu.

İşaret Yayınları’nı kurarken nasıl bir yayın çizgisi hedeflemiştiniz?

Amacım asla salt para kazanmak değildi. Dua kitapları ve hurafeler yayınlayan bazı yayınevleri varken bizim çok az satacağı, az satacağı için de yayınevinin sırtında bir yük gibi duracağı nitelikli kitapları yayınlamaya yönelmemiz bu tercihlerimizin bir sonucu.

Kitaplarımızı İslam Medeniyeti’nin kodlarını yeniden gün yüzüne çıkaracak, zihni sorunlarımıza makul ve gerçekçi çözüm önerileri getirebilecek telif veya tercüme eserlerden seçmeye çalıştık. Bu alandaki katkılarımızın bir kelebeğin kanadıyla atmosfere yaptığı etkiden daha az olmadığı kanaatindeyim.

Hedeflediğiniz yayın çizgisini gerçekleştirebildiniz mi?

Evet, Allah’a çok şükür, büyük oranda muvaffak olduk diyebilirim. Özellikle merhum Muhammed Esed’in “Kur’an Mesajı” isimli meal ve tefsir çalışmasını yayınladıktan sonra yayınevimiz net bir çizgiye oturdu.

O noktadan sonra daha çok Kur’an ağırlıklı eserlere yöneldik. Bu sürece paralel olarak bazı önemli akademik çalışmaları da yayınlamaya devam ettik. Ancak asıl ağırlığımızı, İslam Medeniyeti’nin yeniden keşfine verdik. Bu süreçte ilk dönem tefsir, dilbilim ve diğer alanlarla ilgili klasik İslam eserlerini tercüme ettirip yayınladık.

ESED HER KESİME ULAŞTI

Muhammed Esed’in tefsiri çok ilgi gördü değil mi?

Türkiye’deki İslamcı yayınların ve dindarlık algısının bu eserle tamamen ve kalıcı olarak değiştiğini söyleyebilirim. Kur’an Mesajı ile Türk okuyucusu doğrudan Kur’an ile temasa geçme bilincini edindi. Türkiye’deki tüm mealler de kendilerine çekidüzen verme gereği hissettiler. Bu tefsir ülkenin diğer kesimlerinde farklı din algısıyla yaşamakta olan insanlarımıza da ulaştı.

Yayına hazırlama sürecinde neler yaşandı?

Bu sorunuzun çağrıştırdığı hatıralar bana büyük bir manevi haz veriyor. Beş yıl süren çeviri döneminin ardından, iki yıl da tashih ve redaksiyon ile uğraştık. Çeviriyi Ahmet Ertürk ve Cahit Koytak gibi iki değerli aydınımız yaptı.

Kudret Büyükcoşkun ve ben de çevirisi yapılan bölümleri gözden geçiriyorduk. Bazen bir kelime üzerine saatlerce müzakere ettiğimiz oluyordu. Mâlî kaynaklarımın tamamına yakınını bu projenin gerçekleştirilmesine tahsis ettim. Çeviri metinlerini Kur’an bilgisi ve kültürü olan birçok dostumuza okutarak görüşlerini aldık. Katkısı olan herkese teşekkür etmek boynumun borcu.

YAYINCILIK MİHNET İŞİDİR

“İstiklal Mahkemeleri”nin yayınlanması sürecinde başınızdan birtakım tatsız olaylar geçmiş…

Türkiye’de yayıncılık yapmak isteyenlerin göze almak zorunda oldukları ilk şey, her türlü mihnet ve baskıya hazır olmaktır. Bir şiir yüzünden en büyük şehrinin belediye başkanını hapse atmayı becermiş bir ülkenin, ne kadar celadetle davranabileceğini kestirmek zor değil. Biz de bu tür sıkıntılar yaşadık. Hoşça göze aldık, mihnetine de sıkıntısına da razı olduk.

DİN DİLİNDE ÖZE DÖNMELİYİZ

İşaret Yayınları’ndan önümüzdeki dönemde hangi kitapları okuyacağız?

İslam Rönesans’ını gerçekleştirmeyi düşünüyorsak eğer temel kaynağımız olan Kur’an’a yönelmemiz gerekir. Halihazırda Muhammed el-Behiy’in 22 fasikül halinde yayınlanacak olan “Mekkî Surelerin Tefsiri” ve “Amme Cüzü Tefsiri”, Muhammed Abduh’un “Amme Cüzü” ve “Fatiha Suresi Tefsiri” yayına hazırlananlar arasında.

Kur’an’a yönelik çalışmaları devam ettirirken İslam düşüncesinin ve medeniyetinin inşasında dilin önemini de kavradığımız için “Sözlük Serisi”ni neşretmeye başladık. Bu bağlamda yayına hazırlananlar; Müstecabizade İsmet’in “Furûq-u Elfaz”ı, Essemin el-Halebî’nin “Kur’an Lafızları Sözlüğü” (Umdetü’l-Huffaz fî Tefsîri Eşrefi’l-Elfaz) adlı eserler.

Tıp ve kültür tarihimizle alakalı olarak Aykut Kazancıgil ve Hüsrev Hatemi’nin makalelerini “Tıp ve Kültür Tarihi Makaleleri” adıyla bir araya getirmekteyiz. Ayrıca Nevzat Yalçıntaş Hocamızın yakın tarihle alakalı hatıratını yayınlamak üzereyiz.

İslam Rönesansı derken neyi kastediyorsunuz?

Bir Kur’an Araştırmaları Vakfı kuruyorum. Vakıf dünyadaki Kur’an çalışmaları ile ilgilenecek ve yeni yaklaşımlarda bulunacak. Rönesans’tan kastım şu: Kullandığımız din dili eskidi. Biz kavramların içini boşalttık.

Mesela İslam ve Müslüm kelimeleri kayıtsız şartsız teslimiyet anlamına gelirken sonraları bu kelime bir coğrafyada yaşayan insanları işaret eder hale geldi. Bizim bu kavramları Kur’an’ın ilk inzal edildiği dönemde kullanıldıkları anlamlarına yani öze dönüşümüze rönesans diyorum.

Asla reform demiyorum Allah’a sığınırım. Yeni bir din diline ihtiyacımız var. Bu yenilenmeyi de sadece Kur’an ile yapabiliriz.

İMAM HATİPLERİN MASRAFLARI MEVLİT OKUYARAK KARŞILANIRDI

Ordu Korgan’da doğup, Tokat İmam-Hatip Lisesi’nde okumuşsunuz. 1970’li yıllar. Okul yıllarınız nasıl geçti?

1970’li yıllar Türkiye’nin hem geri kalmışlık zincirini kırmaya çalıştığı, hem de 1960 askeri darbesinin etkileri altında debelendiği yıllardı. İmam-Hatip Lisesi’ne başladığım yıllardaki ruh halimi hatırlamaya çalıştığımda, gözlerimin önüne hep kendim gibi Anadolu’nun yoksul, dünyadan habersiz, umutları ve hayalleri kendi kasabalarının etrafındaki tepeleri aşamayan saf ve temiz okul arkadaşlarım geliyor. Devlet bu toprakların dindar insanlarını kendi ilgi alanından çıkarmış, millet de devletten umudunu kesmiş gibiydi.

Yatılı mı okudunuz?

Evet, yatılıydım. Öğretmenlerimizin maaşını devlet veriyordu ama diğer tüm ihtiyaçlarımızı, idareci öğretmenlerimiz sağda solda bize vaaz verdirerek, mevlit okutturarak, milletin hamiyetini harekete geçirip, alacağımız yardımlarla karşılamaya çalışıyorlardı.

SABAHATTİN ZAİM HOCA’NIN YERİ AYRI

İlahiyat okudunuz ama doktora için Çalışma Ekonomisi bölümünü seçtiniz. Neden?

En başından beri sosyal ve ekonomik olayların tabiatını anlayabilme konusunda büyük bir merak içinde oldum.

Dinimizin yardımlaşmayı, paylaşmayı, zenginden yoksula kaynak transferini emir ve teşvik ettiğini unutmadan, iktisadî olayların doğasını, zenginlik ve yoksulluğun temel psikolojik parametrelerini, bu iki iktisadî statünün bir toplumun sosyolojisinde yol açtığı ikincil sorunları anlamak istiyordum.

Beni bu tercihe yönelten faktörlerden biri de Max Weber’in “Kapitalizm ve Protestan Ahlakı” adlı eseri. Weber sosyolojisinin anlamacı (verstehen) yöntemi, sosyal sorunlara nasıl yaklaşmam gerektiği konusunda ufkumu açmıştı.

Prof. Dr. Sabahattin Zaim’in öğrencisi oldunuz. Bir öğretmen olarak nasıldı?

Bütün hocalarım çok değerli olmakla beraber, Prof. Dr. Sabahattin Zaim Hocamızın entelektüel hayatımdaki yeri kimseyle mukayese edilemez. Hocamızın “güzel insan” yetiştirme projesinin temeli olan erdem ve bilgelik kavramlarının biz öğrencileri üzerinde köklü etkileri oldu.

Mütedeyyin olmanın aynı zamanda sabırlı, fedakâr, feragat sahibi, yardımsever, alçakgönüllü, müdekkik, teenni ile hareket eden, hırs ve tehevvüre kapılarak hüküm vermekte acele etmeyen, beşeri ilişkilerde nezaket sahibi, sevdiğine dost ve yakın, düşmanına âdil ve hakşinas, çıkar ve menfaatini toplumun genel yararından önde tutmayan olma anlamına geldiğini hocamızın yaşamından öğrendik.

DİN SÖYLEMLİ SİYASETLE DİNDAR SİYASETÇİYİ AYIRDIK

AK Parti’nin kurucu üyelerinden birisiniz. Kuruluş sürecinde neler yaşandı?

Biz Genel Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi vizyonunu benimseyip yola çıktığımızda tarih henüz 1990’lı yıllardı. 28 Şubat kasırgası sonrası, engin bir siyasi deneyimi olan Milli Görüş hareketinin acı bir çaresizlik içinde kalakalması anlaşılır bir şey değildi.

Gazeteciler bu milletin umudu için “Artık Muhtar Bile Olamaz!” başlıkları atıyorlardı. Aylarca manevi liderimizin başkanlığında bir araya gelip ülkenin makûs talihini değiştirecek devrimsel dönüşümün teorik altyapısını hazırlamakla meşgul olduk.

Hepimiz “Millî Görüş” siyaset anlayışıyla yetişmiştik. Bu siyasi hareketin mensupları dindar insanlardı. Ancak dindar olma ile dini ideoloji olarak görme arasındaki farkın henüz farkında değildik.

DOĞRUSU DİNDAR SİYASETÇİ OLMAK

Nasıl bir fark bu?

Türkiye’nin belki de en temel ihtiyaçlarından birisi “dindar siyasetçi” olma ile “din söylemli siyaset yapma heveslisi” olmayı birbirine karıştırmayan siyasetçilerdi. Din ile siyaset arasına mesafe konulması, kesinlikle “Din ile siyaset yapacak kişinin arasına mesafe koymak” şeklinde anlaşılmamalı.

Bütün bunlar partimiz kurulmadan önce çalışma gruplarımızda konuşuldu, tartışıldı ve uyulacak ilkeler olarak kabul edildi. Ancak birçok insan bu inceliği kavrayamadı ve Ak Parti’nin bu siyaset perspektifini yanlış değerlendirdi. Bazıları konulması gereken bu mesafeyi kendileri ile din arasına koyarak dindar insanlara hiç de yakışmayacak nahoş bir tavır sergiledi.

Ak Parti’nin bugünkü başarısını yakalayabileceğini hayal etmiş miydiniz?

Genel Başkanımıza güvenimiz tamdı. Ancak güvenimizin tam olması onun yapabileceklerinin ne olduğu konusunda bize sadece genel bir fikir veriyordu. Yoksa Ak Parti iktidarının bugünkü görkemli başarılarını ne biz tahmin edebilirdik, hatta ne de bizzat genel başkanımız… Partimizin vizyon ve ufkunun nerelere kadar uzanacağına ilişkin beklentilerimizi zaman içinde birçok kez revize etmek durumunda kaldık.

Siyaset daha önce düşündüğünüz bir şey miydi?

Siyasetle ilgilenmeye başlayalı o kadar uzun yıllar oldu ki, bu konuda beni ilk motive eden şeyin ne olduğunu hatırlamıyorum. Elbette amacımız milletin değerleriyle uyumlu bir Türkiye’ydi. Bu amacımı bugün de koruyorum.

Milletin değerleriyle uyumlu Türkiye, tam demokratik bir Türkiye’dir. Devleti, çoğunluk ya da azınlık bir grubun değil, herkesin ve her grubun kendi miktarınca etkileme hakkına sahip olduğu âdil ve hakkaniyetli bir yönetim sistemi kurma kararındayız. Bunun başlangıç adımları atıldı: Yeni ve tümüyle sivil bir anayasa…

Yayıncı olmanızın milletvekilliğinize nasıl bir etkisi olacak?

Yayıncılıktan kopmayı kesinlikle düşünmüyorum. Yayıncılık benim için meslek değil, zevkle yaptığım bir iş… İslam Medeniyeti’ne katkıda bulunmanın manevi hazzı, para kazanmanın keyfiyle kıyaslanabilecek bir şey değil. İsterim ki, beni uzaktan işaret edenler “Şu milletvekili var ya, o İşaret Yayınları’nın sahibidir!” desin de, “İşaret Yayınları’nın sahibi olan şu adam var ya, İstanbul milletvekilidir” demesin.

NİTELİKLİ YAYINLAR DESTEKLENECEK

Bir milletvekili olarak yayıncılık dünyası ile ilgili projeleriniz var mı?

Yayıncılık hayatım boyunca özellikle nitelikli kitaplar yayınlamaya özen gösterdim. Okurların da iyi kitap çıkarıldığında ve bunda ısrarcı olunduğunda yayıncıyı yalnız bırakmadıklarını fark ettik. Bundan yola çıkarak nitelikli yayınlar yapan yayınevleri için, onları destekleyecek, onları yalnız bırakmayacak tedbirler alınması noktasında çabalarım olacak.

Ben özellikle dilin önemini bildiğim için Arapça ve Osmanlıca olarak yayınlanmış bütün sözlüklerin dilimize aktarılmasını arzu etmekteyim. Geçmişle günümüz arasındaki köprüyü ancak bu sözlükler yardımı ile kurabileceğimizi düşünüyorum.

04.09.2011

https://www.yenisafak.com/roportaj/turkiyenin-dindarlik-algisi-esedle-degisti-339028

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu