Ümmet adına ümitliyim
Yakın tarihin hep Müslümanların aleyhine cereyan ettiğini söyleyen yazar Beşir Eryarsoy, ‘Bu kadar yara bere almış bir ümmetin mahkum edilmesi haksızlık olur. Ben ümmet adına iyimserim. Ümmetin her geçen gün iyiye gittiğini görüyorum’ diyor.
Kur’an’ı Kerim meali yanı sıra bir çok kitabın ve çevirinin altına imza atan yazar Beşir Eryarsoy toplumumuzun içinde bulunduğu durumu değerlendirirken içinden geçilen süreçlerin ıskalanmaması gerektiğine dikkat çekiyor. Eryarsoy, günümüz Müslümanlarının pek çok aşındırıcı etkiye maruz kaldığına işaret ediyor ve ‘Müslümanlar serada yetişmiyor ki!’ diyerek durumu özetliyor. Sohbetimiz esnasında babasının da bir harfzede olduğuna değinen Beşir Eryarsoy, inkılaplar arasında en fazla bedel ödetenin harf inkılabı olduğunu anlatıyor: ‘1400 yıllık birkimimizin köküne kibrit suyu döküldü. Dil sorunu yüzünden alim de yetişmedi.’
Kur’an-ı Kerim meali hazırlamıştınız. Buna neden ihtiyaç duydunuz?
Önce yalın olarak bir Kur-an’ı Kerim çalışmasına girmedik. İlk çalışmamız Nüzul Sebepli Kur’an-ı Kerim adıyla neşredilen ve İsmail Ferruh’tan bir çeşit günümüz diline adaptasyon diyebileceğimiz, açıklamaları parantez içine alan bir çalışmamız oldu. Bunda kendimize göre tasarruflarımız da oldu. Bu çalışma halen aranıyor. Bir süre sonra bundan da şikayetler geldi. Parantezler çok, daha yalın daha sade bir şey olsun diye. Buna cevap vermek için ikinci bir çalışmaya girdik. Bu çalışmada da kaynaklarını da işaret ederek dipnot şeklinde göstermeye çalıştık ve o daha uzun süre meal olarak piyasada kaldı.
Mealinizde neleri öncelediniz?
Arapçayı bilen bu mealimize okusa ve Arapça’ya çevirecek olsa Kur’an lafızlarına en yakın metin olsun diye hedefledik. Bir Türkçe edebi eser yazmıyorduk Kur’an manalarının anlaşılması için elverişli bir meal çıkarmaya gayret ettik.
Günümüz meallerini nasıl buluyorsunuz?
Hiçbir meal Kur-an’ı Kerim değildir. Meallerin çokluğu da malum harf inkılabının bir neticesidir. İnkılabın bu açıdan da maliyeti çok yüksek. Bu kadar meal basmak yerine insanlar Arapça’yı bilmiş olsalardı Kur-an’ı Kerim’i Arapça’dan okuyacaklardı. Belki daha fazlasını anlayacaklardı.
ÜMMET ADINA İYİMSERİM
Günümüz İslam toplumlarının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eğer İslam’ı yaşamak noktasında Ashab-ı Kiram dönemiyle kıyaslayacak olursak vaka iç açıcı değil ama adil bir karşılaştırma olmaz. Çünkü Müslümanların hep aleyhine cereyan eden bir yakın tarih var. Bu yakın tarihin yangınından çıkmış, emperyalizmden, sömürgeleştirmeden, yerel yönetimlerin hainlikleri, zulümleri, gaddarlıklarından çıkmış, bu kadar yara bere almış, bu kadar kayıplarla karşı karşıya kalmış bir ümmetin İslam’ın istediği hedefe uzaklığı nedeniyle mahkum edilmesi haksızlık olur. Vakıa içinde değerlendirecek olursak ben ümmet adına iyimserim. Ümmetin durumunun kötü olmadığını her geçen gün iyiye gittiğini görüyorum. Ümmetten ümitliyim. Değerlendirmeler ne söylerse söylesin…
Neye dayanarak söylüyorsunuz bunu?
1970 yılında İstanbul’a geldim. Örtülü kadını ancak Fatih Çarşamba’da görebilirdiniz. O da mahdut bir şekilde. Senelerce önce, başörtü yasağının kaldırıldığının söylendiği kısa bir dönem sonra Boğaziçi Üniversitesi’ndeki başörtülü öğrencilerin okula alınmama durumu oldu. Üniversiteye alınmayan başörtülü öğrenci sayısı benim İstanbul’a geldiğimdeki toplam başörtülü sayısından fazlaydı. Gençliğimde ‘Bu yaşlı amcalar vefat edince camileri kim dolduracak’ diye camiden üzülerek çıkardım. Dikkat ediyorum, caminin yüzde 75’inden fazlası 25-30 yaşın altı oluyor. Hacca gittiğim ilk yıllarda hacıların yaşlılığından şikayet ediyordum. Şimdi gidin umreye yaşlı çok az göreceksiniz.
SERADA YETİŞMEDİK
Sayısal artış var ama niteliksel olarak geride olduğumuzu düşünülüyor.
Durumumuzun iyiye mi kötüye mi gittiğini söylerken içinde bulunduğumuz şartları göz önüne almadan değerlendirme yapmak yanlış olur. Biz serada yaşayan Müslümanlardan bahsetmiyoruz. Türkiye’de yetişmekte olan bir nesilden bahsediyoruz. Bu televizyonlara, bu medyaya muhatap olan, bu eğitim sisteminden geçen, bu dünyevi kışkırtmaların bulunduğu dünyada yaşayan bir nesilden bahsediyoruz. Türkiye’de yaşayan ve şekillenen Müslümanlardan bahsediyoruz. Bu şartlarda dindarların azlığına değil çokluğuna hayret etmeliyiz. Bunun dinin gücünden geldiğine inanıyorum. Sebep sonuç ilişkisi günümüzdeki bu neticeyi çıkartmaya elverişli değildir. Sebep sonuç ilişkisi Ergenekoncuların istediği gibi bir netice vermeliydi. Vermiyorsa dinin özündeki fıtri gücün insanı çok iyi yakalamasındandır.
ARKA PLANDA LAİKLİK VAR
Müslümanlar olarak modernizme karşı duruşumuzu iyi ayarlayabildik mi?
Bir defa modernizmi bir felsefe, bir düşünce, bir zihniyet, kısacası İslami tabiriyle bir akide olarak kabul etmek lazım. Modernist akidenin temeli de çok soyutlayıcı ve indirgeyici olarak söyleyecek olursak laik düşüncedir. İslam ise Kelime-i Tevhid ile düzenlenen bir hayattan bahseder. Modernizmi sırf insanı sürekli tüketime teşvik etmek maksadıyla, kapitalizmin bir çeşit gaddar tezgahı olarak tanımlamak arka planını görmemek olur.
Peki ne yapmalıyız?
Müslüman belki şeklen modernist tutum ve davranışlar içine girebilir ama İslam’ın egemenliğini, hakimiyetini reddetmediği sürece modernist olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu takdirde günlük hayatında modernizmin etkileri gerilemek durumundadır. Bu bireysel bir hadise değil. Toplumsal, ekonomik, ahlaki, siyasi ve uluslararası boyutları var. Bu topyekün bir kuşatmadır. Topyekün duruş icap ediyor.
Müslümanlar mal ve servetle de sınanıyor. Hayatımızda malın yeri ne olmalı?
Allah bu ümmeti vasat ümmet olmakla övüyor. Vasat olmanın üstün ve adaletli, mutedil ve dengeli olmak gibi bazı manaları var. Biz evvela dünyaya ve mala bakışımızla vasat olmalıyız. İslam’a göre insan kendisini ve bakmak durumunda olduğu kişilerin muhtaç olmasını önlemek ve ihtiyacı olan insanların hayat standardının yükselmesine yardımcı olmak için mal edinir. Bu maksatla mal edinen bir insan şeriatın kabul etmediği bir zaaf yaşayamaz. Bu konuda şeriatın disiplini içine kendini koyar.
Tercüme eserler anadillerinde bile yanlış anlaşıldı
Çok sayıda tercüme yapmışsınız. Ne gibi kitaplar tercüme ettiniz?
Tercüme aç kalan bir insanın zaruret halinde haram olan bir eti yemesi gibidir. Ben aslından okuyabileceğim kitapların tercümesini okumam. Ancak Arapça dışındaki tercümeleri mecburen okuyorum. Tercüme lüzumludur. Medeniyet ve kültürlerin önemli bir sıçrama tahtasıdır. Müslümanların işine yaramayacak, onlara bulunduğu noktada ilmi ya da fikri bakımdan bir şey getirmeyecek kitap tercüme ettiğimi hatırlamıyorum. Prensip olarak müellifle temel noktalarda ayrı ve gayrı düşmememize dikkat ediyorum. İmzamı atabileceğim eserler tercüme ettim. Ben de faydalandım ancak tercümeyle uğraşmasaydım yazabileceğim bir yığın projem var. Zamanlarını bekliyorlar. Vaktim olursa, Rabbim fırsat verirse kısmen onlara dönmek mümkün olabilir.
Mevdudi, Seyyid Kutup gibi isimlerin eserlerinin tercüme edilmesinin ne gibi bir etkisi oldu?
O zamana kadar Müslümanlar olarak milliyetçi, mukaddesatçı, sağcıydık. Rusya’ya karşı hınçlı, Amerika’ya karşı sempatizandık. Yoğunlukla yapımız bu idi ve bunun İslam’ın bir gereği olduğunu düşünüyorduk. Ancak bu tercümelerle birlikte her konuda İslam’ın kendine ait bir söylemi olduğunu öğrendiğimiz gibi beşeri sosyal manada da İslam’ın insan gruplarını farklı bir şekilde tanımladığını öğrenmiş olduk. Seyyid Kutup’un ‘Yegane Dünya Nizamı İslam’ diye bir kitapçığı tercüme edilmişti. O kitapçığı okuduktan sonra bir Müslüman’ın ümmet şuuru dışında veya bundan daha dar herhangi bir beşeri grup ya da tanıma sığamayacağını kesin olarak öğrendim.
Bu tercümelerin radikalleşmeye yol açtığı görüşünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Radikalleşme ve benzeri kavramlar istediğiniz yerde istediğiniz türde kullanabileceğiniz şeyler. Bazıları tezkiye olarak, bazıları küçümseme, tahkir olarak da kullanılabilir. Biz buna maksadı doğru ya da yanlış anlama diyelim. Kur’an bile maksadına aykırı anlaşılmıştır, anlaşılmaktadır. Bundan Kur-an’ı Kerim’i suçlayamayız. Bu manada tercümelerin muhtevasında ve özünde bir yanlışlık varsa elbette onu sahiplenmek mümkün değil. Fakat bu doğrular yanlış yorumlanmış ya da yanlış yerlerde kullanılmışsa yazılanların suçu değildir bu.
Peki bir yanlış anlaşılma söz konusu mu?
Bu kitaplar anadillerinde de, kendi ülkelerinde de yanlış anlaşıldı. En radikal olarak nitelendirilebilecek Seyyid Kutup ve Mevdudi’dir. Ben kendi adıma Seyyid Kutup’u doğru ve iyi tanıdığımı söyleyebilirim. Hiçbir zaman o yanlış anlayışları haklı çıkartacak bir şey bulamamışımdır. Bir insanın başından sona neler söylediğini birlikte mütalaa ettiğinizde daha sağlıklı anlayabilirsiniz. Ama aradan işinize gelmeyen birkaç cümleyi cımbızla alıp bir paradigma ortaya çıkarmaya kalktığınızda, bunu o insanın anlayışı olarak yansıtamazsınız. Okunan şeylerden çok okuyucuda bir aksaklık olduğunu düşünüyorum.
İlim hayatına 20 yıl geriden başlıyoruz
Bizim Seyyid Kutup gibi dünyaca bilinen bir alimimiz neden yok? Yetişmedi mi yoksa yeterince tanıtılmadı mı?
İlim adamı bir Arap dostumuzla Fatih sokaklarında yürüyorduk. ‘Neden sizin büyük aliminiz yok ya da yeteri kadar yetişmiyor’ diye sordu. Ben de ‘Çünkü siz Arapların ömrü bizden en az 20 yıl daha uzun. Bir Türk Arapçayı ilim öğrenecek düzeyde öğreninceye kadar en az 20 sene geçiyor. Siz o 20 senede tahsil hayatınızı tamamlamış, özel olarak ihtisaslaşmaya başlamış oluyorsunuz. Bu bakımdan siz her şeyi bitirince bizimkiler ancak ihtisaslaşacak noktaya geliyor’ dedim. Kemalist inkılaplar arasında en yoğun ve ciddi etki bırakan inkılap hangisidir derseniz harf inkılabıdır derim.
Öyle mi!
Hiç şüphesiz. Bir anda siz Türkiye’deki bütün insanları, bırakın okuma yazma bilmeyi, cehalet bakımından sıfıra indirgediniz. Bin yıllık bir toplumun, 1400 yıllık ilmi hayatının üzerine harfzedeler için kibrit suyu dökmüş oldunuz. Bunun da ötesinde İslam’ı öğrenmenin çok ciddi bir şekilde engellendiği, resmi olarak öğrenilmesine izin verildiği zaman da hiç iyi maksatlarla izin verilmediğini bildiğimiz ve her gelen iktidarın İmam Hatiplerin müfredatlarıyla, nitelikli insan yetişmesin diye oynadığını hesaba katarsak, Türkiye’de bir ilim adamının yetişmesini nasıl bekleyebilirsiniz. Kısırlaşmış bir dille son derece yetersiz bir düşüncenin ortaya çıkacağı bilinen bir gerçektir. İnsanın bilmediği kelimelerle düşünmesi mümkün değildir. Bu manada harf inkılabı ve kısır harflere bağlı kısır bir dil yapısı bizim aramızda ciddi ilim ve fikir adamlarının yetişmesine imkan bırakmamıştır. Türkçe’nin kendisini kastetmiyorum. Fakat Türkçe’nin bu hali kesinlikle tefekküre elverişli bir hal değildir.
Kur’an ve sünnetteki yönetim hükümlerinin farkına varmalıyız
İslami Hareket terimini sık sık kullanıyorsunuz. İslami hareket deyince ne anlamalıyız?
Yerinde saymayan, yerinde durmayan, İslam’ın gaye, hedef ve maksatlarını, yaşanılan vakıayı nazarı itibara alarak bulunduğu noktadan adım adım ilerletmeye çalışan hareket demek. İslami hareket ifade yerindeyse sürekli akan bir nehir, bir pınar durumundadır. Bu yol alışı esnasında malesef bu suya karışan pis sular, atıklar, zehirli malzemeler de bazen bu hareketi olumsuz şekilde etkileyebilir. Ancak denizin kendi kendisini temizlemesi gibi, bunların yakın geçmişimizde gördüğümüz bazı olumlu halleri nazara alarak temizleneceğini ve yine hareketin yoluna sağlıklı şekilde devam edeceğini düşünüyorum.
Siz ‘İslam’a Göre Laiklik Demokrasi ve Hakimiyet’ kitabını yazdınız. İslam’ın bir yönetim modeli öngörmediği, bunu Müslümanlara bıraktığı söyleniyor. Ne diyorsunuz bu konuda?
İslam belli bir yönetim öngörmemiştir sözü bir yere kadar doğrudur, bir yere kadar yanlıştır. İslam’ın bir yönetim tarzı vardır. Bu da bir yere kadar doğru, bir yere kadar doğruluğunu kaybedebilen bir ifadedir. İslam belli bir yönetim tarzı getirmemiştir ama bir kişinin kayıtsız şartsız egemenliğini kabul eder mi? Müslümanların zaman ve şartlar değişti gibi bir takım gerekçelerle, Allah’ın şeriatını bir kenara bırakarak, Allah’ın nizamına aykırı hüküm koymalarına müsaade eder mi? İslam bir grubun veya bir kişinin, müstebit bir şekilde İstişare-i Şura’yı dışarıda bırakarak, Kur’an ve hadisin hükmü yoktur diye kafama göre eser gürlerim demesine izin verir mi? Yoksa işlerini şura ile mi yürütmek zorundadır? Başa seçimle gelen bir kimse bu yetki ve otoritesini Allah’ın hükümleri çerçevesinde mi, yoksa istediği gibi mi kullanabilir? Önemli olan Kur’an ve sünnette sabit olan yönetim ile ilgili hükümlerin farkına varılması ve bunların o şekilde kabul edilmesidir.
Bu hususlar çerçevesinden baktığımızda yeryüzünde Asr-ı Saadet dışında uygulanan İslam’a uygun bir yönetim tarzı var mı?
Elinize bir ekmek alın. Ekmeğin bir parçasını aldığınızda o ekmek olmaktan çıkmaz, eksik bir ekmek olur. İslam yönetiminde de esas olan İslam ahkamının bir şekilde yürürlükte olması hatta bundan da önce Allah ve Rasulü’nün hükmüne aykırı herhangi bir hükümle hükmetmenin kimsenin hatırına getirilmemesidir. İslami yönetimin hiçbir şekilde vazgeçilmeyecek hükmü budur. Ondan sonrası İslam’ın onaylamadığı tarzlardır fakat İslam’ın yürürlüğünü sağladığı sürece, orada İslam yürümediği oranda bir eksiklik vardır.
03.06.2012
https://www.yenisafak.com/roportaj/ummet-adina-umitliyim-386756